30 Haziran 2014 Pazartesi

MEB 100 temel eser listesi (ortaöğretim)

MEB 100 temel eser listesi (ortaöğretim)

Vikipedi, özgür ansiklopedi
(Ortaöğretim Okullarında Okutulacak) 100 Temel Eser, Türkiye Cumhuriyeti 59. Hükumeti Millî Eğitim Bakanlığı'nın (MEB) ortaöğretim kurumlarındaki öğrencilere hem Türk Dili ve Edebiyatı dersi müfredatı ile ilişkilendirilerek okutulması hem de boş zamanlarını değerlendirmek üzere öncelikle baş vurabilecekleri kaynak eserler olarak tavsiye edilmesi için derlenmiş edebi eserlerdir. Bu liste, Millî Eğitim Bakanı Doç. Dr. Hüseyin Çelik tarafından 19 Ağustos 2004'te yayımlanan bir genelgeyle kamuya açıklanmıştır. Ayrıca bu genelgede, ilköğretim okulları için de benzer bir eser listesinin hazırlanıp yayımlanacağı ifade edilmiştir [1][2].
"Türk Edebiyatı" ve "Dünya Edebiyatı" başlıkları altında derlenmiş olan kitapların seçiminde, tartışma konusu olmaması için "Türk Edebiyatı" başlığı altında yaşayan yazarların eserlerine yer verilmemiştir [2].

Listedeki değişiklikler

Yusuf Atılgan'ın Anayurt Oteli adlı eseri bakanlığın 29 Nisan 2008'de yayınladığı genelge ile listeden çıkarılmış, yerine Tarık Buğra'nın Osmancık adlı eseri dahil edilmiştir.[3]

Eserler

Ortaöğretim okullarında okutulmak üzere hazırlanarak kamuoyuna duyurulmuş olan eser listesi şöyledir:

Roman

  1. Açlık (Knut Hamsun)
  2. Aganta Burina Burinata (Halikarnas Balıkçısı)
  3. Akdeniz (Panait Istrati)
  4. Ayaşlı ile Kiracıları (Memduh Şevket Esendal)
  5. Babalar ve Oğullar (Turgenyev)
  6. Beyaz Diş (Jack London)
  7. Beyaz Gemi (Cengiz Aytmatov)
  8. Bir Bilim Adamının Romanı (Oğuz Atay)
  9. Cemo (Kemal Bilbaşar)
  10. Çalıkuşu (Reşat Nuri Güntekin)
  11. Çanlar Kimin İçin Çalıyor (Ernest Hemingway)
  12. Derviş ve Ölüm (Mehmet Selimoviç)
  13. Dokuzuncu Hariciye Koğuşu (Peyami Safa)
  14. Don Kişot (Cervantes)
  15. Drina Köprüsü (İvo Andriç)
  16. Drina'da Son Gün (Faik Baysal)
  17. Esir Şehrin İnsanları (Kemal Tahir)
  18. Eskicinin Oğulları (Orhan Kemal)
  19. Fareler ve İnsanlar (John Steinbeck)
  20. Fatih-Harbiye (Peyami Safa)
  21. Gora (Rabindranath Tagore)
  22. Gün Olur Asra Bedel (Cengiz Aytmatov)
  23. İbrahim Efendi Konağı (Samiha Ayverdi)
  24. İki Şehrin Hikayesi (Charles Dickens)
  25. Kalpaklılar (Samim Kocagöz)
  26. Kaplumbağalar (roman) (Fakir Baykurt)
  27. Karartma Geceleri (Rıfat Ilgaz)
  28. Kayıp Aranıyor (roman) (Sait Faik Abasıyanık)
  29. Kiralık Konak (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
  30. Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
  31. Kuyucaklı Yusuf (Sabahattin Ali)
  32. Küçük Ağa (Tarık Buğra)
  33. Madame Bovary (Flaubert)
  34. Mai ve Siyah (Halit Ziya Uşaklıgil)
  35. Mor Salkımlı Ev (Halide Edip Adıvar)
  36. Onlar da İnsandı (Cengiz Dağcı)
  37. Ölü Canlar (Gogol)
  38. Robinson Crusoe (Daniel Defoe)
  39. Sahnenin Dışındakiler (Ahmet Hamdi Tanpınar)
  40. Savaş ve Barış (Tolstoy)
  41. Sefiller (Victor Hugo)
  42. Sergüzeşt (Samipaşazade Sezai)
  43. Ses ve Öfke (William Faulkner)
  44. Sinekli Bakkal (Halide Edip Adıvar)
  45. Sokakta (Bahattin Özkişi)
  46. Suç ve Ceza (Dostoyevski)
  47. Tütün Zamanı (roman) (Necati Cumalı)
  48. Vadideki Zambak (Balzac)
  49. Yaban (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
  50. Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz (Aziz Nesin)
  51. Yedinci Gün (roman) (Orhan Hançerlioğlu)
  52. Yılkı Atı (Abbas Sayar)

Söylev

  1. Nutuk (Mustafa Kemal Atatürk)

Tiyatro

  1. Faust (Goethe)

Hikaye

  1. Çağlayanlar (Ahmet Hikmet Müftüoğlu)
  2. Dede Korkut Hikayeleri
  3. Gazoz Ağacı (Sabahattin Kudret Aksal)
  4. Gurbet Hikayeleri (Refik Halit Karay)
  5. Gülistan (Sadi)
  6. Ömer Seyfettin Hikayelerinden Seçmeler
  7. Haldun Taner Hikayelerinden Seçmeler
  8. Sait Fait Abasıyanık Hikayelerinden seçmeler
  9. Kelile ve Dimne (Beydeba)
  10. Kerem ile Aslı
  11. Memleket Hikayeleri (Refik Halit Karay)

Şiir

  1. Orhan Veli Kanık'ın Bütün Şiirleri
  2. Çile (Necip Fazıl Kısakürek)
  3. Divan Şiirinden Seçmeler
  4. Dostlar Beni Hatırlasın (Aşık Veysel)
  5. Halk Şiirinden Seçmeler
  6. Han Duvarları (Faruk Nafiz Çamlıbel)
  7. Kendi Gök Kubbemiz (Yahya Kemal Beyatlı)
  8. Kutadgu Bilig'den Seçmeler
  9. Memleketimden İnsan Manzaraları (Nazım Hikmet)
  10. Mesnevi'den Seçmeler (Mevlana)
  11. Otuz Beş Yaş (Cahit Sıtkı Tarancı)
  12. Safahat (Mehmet Âkif Ersoy)
  13. Ahmet Muhip Dıranas şiirlerinden seçmeler
  14. Ahmet Kutsi Tecer şiirlerinden seçmeler)
  15. Yunus Emre Divanı'ndan seçmeler

Deneme

  1. Beş Şehir (Ahmet Hamdi Tanpınar)
  2. Bize Göre (Ahmet Haşim)
  3. Boğaziçi Mehtapları (Abdülhak Şinasi Hisar)
  4. Boğaziçi Şıngır Mıngır (Salah Birsel)
  5. Bu Ülke (Cemil Meriç)
  6. Devlet (Platon)
  7. Diyorlar Ki (Ruşen Eşref Günaydın)
  8. Eğil Dağlar (Yahya Kemal Beyatlı)
  9. Gençlerle Başbaşa (Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil)
  10. Sokrates'in Savunması (Eflatun)
  11. Şehir Mektupları (Ahmet Rasim)
  12. Türkçenin Sırları (Nihad Sami Banarlı)

Gezi

  1. Anadolu Notları (Reşat Nuri Güntekin)
  2. Seyahatname (Evliya Çelebi)

Anı

  1. Çankaya (Falih Rıfkı Atay)
  2. Zeytindağı (Falih Rıfkı Atay)

Biyografi

  1. Suyu Arayan Adam (Şevket Süreyya Aydemir)

Fıkra

  1. Nasreddin Hoca Fıkralarından Seçmeler

Masal

  1. Türk masalları (Naki Tezel)

26 Haziran 2014 Perşembe

Zeytindağı Özeti Falih Rıfkı Atay



Zeytindağı özet, zeytin dağı özeti, zeytindağı kitap özet, zeytindağı kitap özeti, zeytindağı kitabı özeti, zeytindağı kitabın özeti, zeytindağı kitabının özeti, zeytindağı roman özet, zeytindağı roman özeti, zeytindağı romanı özeti, zeytindağı romanın özeti, zeytindağı romanının özeti, zeytindağı hikaye özet, zeytindağı hikaye özeti, zeytindağı hikayesi özeti, zeytindağı hikayesinin özeti, zeytindağı öykü özet, zeytindağı öykü özeti, zeytindağı öyküsü özeti, zeytindağı öyküsünün özeti
ROMANIN KONUSU
Kitapta Osmanlı saltanatının son günlerinden Türkiye Cumhuriyetinin ilk günlerine kadarki bir zaman dilimi anlatılmaktadır. Yazar bir görev sebebiyle Cemal Paşa’nın karargahına yani Zeytindağı’na gitmiştir. Burada yaşamış olduğu olayları ve anılarını bulunduğu tarihin önemli olaylarını da içine alacak şekilde anlatmıştır.
ROMANIN ÖZETİ :
Kitabın ismi; Cemal Paşa’nın karargahının (4. Karargah) bulunduğu Kudüs’e yakın bir dağın isminden gelmektedir.
Birinci Dünya Harbi patlak verdiğinde Falih Rıfkı yedek subay olarak orduya alınır ve Cemal Paşa’nın karargahına tayin olur. Cemal Paşa ile ilişkileri de burada gelişir.
Kitabın ilk kısımlarında İttihat ve Terakki’den söz edilmiştir. İttihat ve Terakki içerisinde Cemal Paşa, Talat Paşa ve Enver Paşa en önemli simalardır. Cemal Paşa yenilikçiliği ile tanınmaktadır. Enver ve Talat Paşa’lar ise muhafazakar bir kişilik sergilemektedir. Enver Paşa’nın Turancılık fikirleri güçlüdür. Falih Rıfkı, Enver Paşa’nın bu fikirlerini benimsememekte ve Enver Paşa’yı diktatör olarak nitelemektedir. Türkiye’nin kurtuluşunun Enver Paşa gibilerden kurtulmakla mümkün olduğu düşüncesindedir. İttihat ve Terakki kendi içerisinde bölünmüş bir yapı sergilemektedir. Bir birlik ve beraberlik söz konusu değildir. Her liderin bir grubu vardır. Falih Rıfkı da Cemal Paşanın adamı damgasını taşımaktadır. Falih Rıfkı, İttihat ve Terakkinin bu yönünü yani fikir birliğinin bulunmayışını eleştirmektedir. Çünkü yaşanılan buhrandan kurtuluş ancak birlik ve beraberlikle mümkündür. Buna rağmen bilinçsiz yaklaşımlar, kişisel hesaplaşmalar İttihat ve Terakkiyi kendi kendisiyle uğraşan bir duruma düşürmüştür.
Falih Rıfkı, Cemal Paşa ile beraber çalışmaya başladıktan sonra, olayları daha açık ve net bir şekilde görebilmektedir. Bir dönem, bir İmparatorluk yok olmaktadır. Yazar bunu sezinleyebilmektedir. Suriye, Filistin ve Hicaz’da yaşamış oldukları bir devrin çöküşünü gözler önüne sermektedir.
Falih Rıfkı Osmanlı’nın bir kukla devlet olduğunu söylemektedir. Örneğin şöyle bir olay anlatılmakta; “Mahmut Şevket Paşa’yı öldüren Kavaklı Mustafa, memleketten kaçmaya muvaffak olmuştu. Bir Rus vapuruna binmişti. Fakat Osmanlının Rus sancağı taşıyan bir vapurdan bir kişiyi almaya hakkı yoktu. Bunun üzerine bir Osmanlı hükümeti görevlisi, Kavaklı Mustafa’yı gemiden kaçırır ve boğdurur. Bu olayı haber alan Ruslar, Kavaklı Mustafa’yı kaçıran zatı görevden aldırır ve bundan böyle devlet hizmetinde kullanılmamasını isterler ve istedikleri de olur.”
Osmanlı, ümmetçilik fikri sebebiyle neredeyse üç kıtada egemen olmuştu. Bu coğrafyanın büyük bir kısmını Arapların yaşadıkları ülkeler kapsamaktaydı. Kudüs, Şam, Filistin, Hicaz gibi. Osmanlı sadece coğrafyada büyüyebilmişti. Çünkü, bu kazanılan toprakların hiçbirinin kültürlerine, dillerine, ticaretlerine ve maddiyatlarına egemen olunamamıştı. Hatta Osmanlı, Arapları Türkleştireceğine oradaki Türkler Araplaşmıştı.
“Bu kıtaları ne sömürgeleştirmiş, ne de vatanlaştırmıştık.”
Osmanlı İmparatorluğu buralarda, ücretsiz tarla ve sokak bekçisi idi. Eğer, medrese ve şuursuzluk devam etmiş olsaydı, Araplığın Anadolu içlerine kadar gireceğine şüphe yoktu. Osmanlı Emperyalizmi şu ana fikir üstünde kurulmuş bir hayal idi. “ Türk milleti kendi başına devlet yapamaz! “
Osmanlı, Arap topraklarını alarak oraları bir bakıma imar ediyordu. Çünkü, Arap şeyhleri arasındaki kanlı savaşlar sonucunda Arap halkı mağdur oluyor ve maddi olarak da çöküntüye uğruyordu. Osmanlı geldiğinde ise bu şeyhleri uzlaştırıp sükuneti sağlıyor ve onlara belirli imtiyazlar veriyordu. Bir bakıma Osmanlı onlar için bir kurtuluş gibiydi. Buna rağmen Osmanlının güçsüz duruma düşmesini fırsat bilip hemen İngilizlerle, Fransızlarla anlaşmışlar ve Osmanlı’ yı arkadan vurmuşlardır. Osmanlı’ ya karşı görünüşte bağımlı olan Araplar her zaman kendi halifeliklerini istiyordu. Müslüman Araplar arasında Arap Halifeliği hükümeti peşinde olanlar vardı ve 1. Dünya savaşı çıktığında bu düşüncelerini gerçekleştirmek için ve İngilizlerin vereceklerini vaadettikleri imtiyazlardan dolayı Osmanlı’ ya ihanet etmişlerdi.
Osmanlının Araplara vermiş olduğu haklar, onların küçük bir anlaşmazlıkta bile isyan etmelerini sağlıyordu. Cemal Paşa zamanında çıkmış olan bir kanun ile komutanlara eğer vatan müdafaası için zaruri görülürse idam hükümlerini yerine getirmesi yetkisi verilmişti. Yani isyanlar artık kanla bastırılıyordu.
Cemal Paşanın bir amacı da Suriye’ yi Osmanlılaştırmaktır. Bu düşüncesini gerçekleştirmek için Suriye’ de modern okullar açtırmıştır. Bunun yanında bir de hicret eden Ermenileri, Suriye içlerine dağıtarak güçlenen Araplılığa karşı bir teminat olarak kullanıyordu. Hatta Ermenileri güçlendirmek için ev ve toprak bile verilmiştir.
Falih Rıfkı Atay, Arapları anlatırken din sömürüsü konusuna da değinmiştir. Falih Rıfkı’ ya göre din sömürüsü bütün dinler için geçerlidir. “Medine dini mallaştırmış ve maddeleştirmiş bir Asya pazarıdır. Kudüs dini oyunlaştırmış bir Garp tiyatrosudur”. Araplar çok fakirdir. Kendi ülkelerinde; ata topraklarında hizmetçi konumuna düşmüşlerdir. Filistin ikiye ayrılmıştır. Eski Filistin Arapların,yani hizmetçilerin; yeni Filistin ise tüm güzelliği ve ihtişamıyla Yahudilerin. Din satışa sunulmaktadır. Hac dönemlerinde Araplar da Yahudiler de büyük kazanç elde etmek peşindedir.
Osmanlı Devletinin Almanlarla beraber savaşa girmesinin en büyük nedeni İttihat ve Terakki yöneticilerinden Enver Paşa’ nın Alman hayranı olmasından kaynaklanıyordu.
Birinci Dünya harbi sonucunda Tuna yukarısındaki iki İmparatorluk, Akdeniz kıyısındaki bir İmparatorluk ve Tuna kenarındaki bir krallık devrilmek üzereydi.
Suriye ve Filistin’ de Almanların durduramadığı İngiliz seli yine bir Türk, fakat bu sefer öz bir kumandan, Mustafa Kemal tarafından Halep aşağısında tutulmuştur. Mustafa Kemal’ in orada seçtiği savunma hattı, Milli Misak’ taki Türkiye sınırıdır.
Cemal Paşa’ nın yerine, Suriye’ de silahlı kuvvetlerin başına geçen Alman Fon Falkenhein bozgunu durduramadı ve Kudüs İngilizlerin eline geçti.
Artık yalnız Anadolu ve İstanbul düşünülür. İmparatorluğa ve onun rüyalarına “Allahaısmarladık! “ denir.
Artık Şam’ dan ayrılmak zamanı gelmiştir. Cemal Paşa İstanbul’ da istifa edecektir.
Cemal Paşa harap Anadolu topraklarını gördükçe
- “Keşke vazifem buralarda olsaydı, keşke o altın sağanağı ve enerji fırtınası, bu durgun, boş ve terkedilmiş vatan parçası üstünden geçseydi. Anadolu hepimize hınç ve güvensizlikle bakıyordu. Yüz binlerce çocuğunu memesinden sökerek alıp götürdüğümüz bu anaya şimdi kendimiz pişmanlığımızı getiriyoruz. Kumar oynadık ve kaybettik” diye düşünmektedir.
Cemal Paşaya sorulan :
- Paşam bu harbe niçin girdik? sorusuna cevap ilginçtir.
- Aylık vermemek için! Hazine tamtakırdı. Para bulabilmek için ya bir tarafa boyun eğmeli, ya öbür tarafla birleşmeli idik.
İlim, İhtisas ve tecrübe sahibi Mustafa Kemal, vatan ve istiklal düşüncesiyle milletin nesi var nesi yoksa yüzde kırkını vatan savunması için vermesi gerektiği düşüncesindedir.
Sakarya, Dumlupınar, İzmir ve Lozan… hepsi böyle ödenmiştir.
Mustafa Kemal büyük harbe girmek karşıtı idi: çünkü O kafa ve sanat adamı idi.
Mustafa Kemal Kurtuluş Harbini bırakmak fikrinde asla bulunmadı : çünkü O vatan adamı idi.
İşte bütün kitabın özü : İlim ve vatan adamı olunuz.
ROMANIN ANADÜŞÜNCESİ:
     Anafikir olarak;vatan için bir şeyler yapmak gerektiğinde,birer komutan olarak ilk önce fikir va sanat adamı olmalıyız.
ŞAHISLARIN VE OLAYLARIN TAHLİLİ:
a)Şahısların Tahlili:
    Falih Rıfkı:   Aynı zamanda kitabın yazarı da olan şahıs kştabı kendi hayatından alıntılarla yazmıştır.Yazarımız yedek subay olarak orduda yer almaktadır.Genç ve İttihatçı bir kişiliğe sahiptir.Fakat Enver,Talat ve Cemal Paşaları tanıyınca İttihat veTerakki hakkındaki fikirleri değişir.
     Diğer şahıslar:   Mustafa Kemal,Enver Paşa,Talat Paşa,Cemal Paşa.
b)Olayların Tahlili:
    Olaylar genellikle Garp Cephesinde ve Şam’da vuku bulmaktadır.
 ROMAN YAZARININ HAYATI:
Falih Rıfkı Atay (1894 – 1971)
 
     1894 yilinda Istanbul’da dogdu. Fikra, makale, gezi türlerindeki gazete yazilariyla ve özellikle Atatürk’ü yakindan tanitan anilariyla ün kazanan Falih Rifki Atay, Kovacilar semtindeki Rehberi Tahsil Rüstiyesi’ni bitirdikten sonra Hüseyin Cahit’in Yalçin müdürlük yaptigi Mercan Idadisi’nde ögrenimini tamamladi. Darülfünunun Edebiyat bölümünü bitirdi. Idadide edebiyat ögretmeni olan Celal Sahir Erozan ile kendisinden bir ileri sinifta okuyan Orhan Seyfi Orhon, Falih Rifki’nin edebiyat zevkinin gelismesine yardimci oldular. Ilk Yazilari, Serveti Fünun dergisinin genç yazarlara ayrilan ek sayfalarinda yayimlanan Falih Rifki’nin Tecelli(1911) dergisi ile Süleyman Bahri’nin yönettigi Kadin(1912) dergisinde Cenap Sahabettin ile Ahmet Hasim’in eserlerini hatirlatan siirleri çikti.
 
     1912′de Tanin gazetesinde düz yazilari yayimlanmaga basladi; Istanbul Mektuplari, Edirne mektuplari gibi yazilari çikti. 1913-1914 yillarinda sadaret ve Dahiliye Nazirligi kalemlerinde çalisti. Dahiliye Vekili Talat Pasa ile birlikte gittigi Bükres’ten Tanin gazetesine röportaj yazilari yolladi. Bu dönemdeki yazilari, Türkçülük ve Türkçecilik akimlarinin etkisini tasiyordu. I. Dünya Savasinda yedek subay olarak Suriye’ye gitti; 4. Ordu kumandani Cemal Pasa’nin hususi katipligini yapti. Suriye ve Filistin’deki savas anilarini “Ates ve Günes” (1918) kitabinda topladi. Cemal Pasa’nin Bahriye naziri olmasi üzerine Kalemi Mahsusa müdür yardimciligina getirildi (1917). Kazim Sinasi Dersan, Necmettin Sadik Sadak, Ali Naci Karacan ile birlikte Aksam Gazetesini çikarmaga basladi (1918). Bu gazetede Günün Fikralari basligiyla sürekli yazilar yazdi. Kurtulus Savasini destekleyen etkili yazilari dolayisiyla idam istenerek Kürt Mustafa Divani Harbi’ne verildi. Fakat Inönü Zaferinin kazanilmasi üzerine Divani Harp tutumunu degistirdigi için idamdan kurtuldu. Kurtulus Savasi sona erdigi sirada Izmir’de Atatürk ile görüsmege gelen gazeteciler arasindaydi. Atatürk’ün istegi üzerine Ikinci Büyük Millet Meclisi’ne Bolu’dan milletvekili seçildi (1922). Daha sonra uzun yillar Ankara Milletvekili olarak T.B.M.M.’de bulundu. Hakimiyeti Milliye, Milliyet ve Ulus gazetelerinin basyazarligini yapti.
 
     Yeni Türk Alfabesinin hazirlanmasi ve uygulanmasi sirasinda Dil Encümeninde görev aldi. Serbest Cumhuriyet Firkasi’nin tutumuna siddetle karsi çikti. Ulus gazetesinin basyazarligini yaptigi dönemde Ankara sehir plani jürisinde üyelik ve Imar Komisyonunda baskanlik yapti. 1946′da çok partili döneme geçildikten sonra Ulus gazetesinde CHP’nin savunuculugunu sürdürdü. Demokrat Parti’nin 1950′de iktidara geçmesinden sonra Dünya Gazetesini kurarak (1952) muhalefete geçti; yeni iktidara karsi Atatürk devrimlerini savundu.
 
     Falih Rifki Atay, saglam, atak, çekici, anlatimi ve duru Türkçesiyle Cumhuriyet basininin Encümeninde usta kalemlerinden biriydi. Günlük siyasi olaylari ele alan basyazi ve fikralari yaninda Ulus ve Dünya gazetelerinde Pazar günleri yayimladigi haftalik yazilarinda çok usta bir deneme ve söylesi yazari niteligi gösteriyordu. Gezi ve ani türlerinde Cumhuriyet döneminin çok ilginç ürünlerini verdi.
 
  »Dogum tarihi
1894 
»Ölüm tarihi
1971 
»Dogdugu Ülke
Türkiye 
»Eserleri
“Eski Saat” (1933), “Niçin Kurtulmamak?” (1953), “Çile” (1955), “Inanç” (1965), “Kurtulus” (1966), “Pazar” “Konusmalari” (1966), “Bayrak” (1970), “Ates ve Günes” (1918), “Atatürk’ün Bana Anlattiklari” (1955), “Mustafa Kemal’in Mütareke defteri” (1955), “Çankaya” (1961), “Batis Yillari” (1963), “Atatürk’ün Hatiralari” ; “1914-19″ (1965), “Atatürk Ne idi?” (1968), “Fasist Roma”, “Kemalist Tiran, Kaybolmus Makedonya” (1930), “Deniz Asiri” (1931), “Yeni Rusya” (1931), “Moskova-Roma” (1932), “Bizim Akdeniz” (1934), “Taymis Kiyilari” (1934), “Tuna Kiyilari” (1938), “Hind” (1944), “Yolcu Defteri” (1946), “Atatürkçülük Nedir?” (1966), “Roman” (1932).

Yunus Emre Divanı'ndan Seçmeler Özeti

Yunus'un Şair Olması:

Bir gün Rum erenleri Taptuk'un tekkesinde toplanır, Taptuk cezbeye gelir ve Yunus-ı Guyende isimli bir erene: "Yunus söyle!" der, üç kez tekrar etmesine rağmen ondan ses çıkmaz. Bunun üzerene Yunus Emre'ye dönüp: "Bizim Yunus vakit oldu, o hazinenin kilidini açtık, nasibini alıverdin sen söyle." der. Bunun üzerine Yunus'un dili çözülür ve şiir söylemeye başlar. Yunus bütün Anadolu'da çok sevildiği ve sahiplenildiği için Sakarya, Kütahya, Bolu, Bursa, Afyonkarahisar, Erzurum, Ünye, Eskişehir, Tire, Sivas, Aksaray, Kırşehir, Keçiborlu, Uluborlu, Kula, Karaman şehirlerde de mezarı vardır. O, şiirlerinde mahlas olarak "Yunus Emre"den başka "Yunus, Bî-çâre Yunus, Koca Yunus, Yunus Dedem, Tapduk Yunus, Miskin Yunus, Derviş Yunus" gibi isimleri kullanmaktadır.
Yunus Emre; Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli, Taptuk Emre ve Ahmed Yesevi den etkilenmiş ve istifade etmiştir.
Yunus Emre, Mevlânâ'ya zihnen bağlıdır ve onun sohbetlerine katıldığı rivayet edilir. 0, Mevlânâ'dan şöyle söz eder:
Mevlana sohbetinde saz ile işret oldı Arif manaya daldı çün hiledir ferişte
Mevlânâ ise onun hakkında: "İlahî menzillerin hangisine çıktımsa bir Türkmen kocasının izini önümde buldum, onu geçemedim." der.
Yunus bir gün Mevlânâ'ya "Mesnevi'yi sen mi yazdın?" diye sorar. O da "Evet!" deyince: "Uzun yazmışsın. Ben olsam:
Ete kemiğe burundum Yunus diye göründüm
derdim, biterdi." demiş.
Yunus Emre'nin çok etkilendiği mutasavvıf ve şairlerden birisi de Ahmed Yesevî'dir. Şiirleri arasında her açıdan benzerlikler göze çarpmaktadır.
Üslubu ve dili çok saf ve sadedir. Tabiri caizse onun kullandığı Türkçe anne sütü kadar saf ve durudur. Türkçenin şiir dili olabileceğini şiirleriyle ispatlamıştır.

Yunus Emre Divanı'ndan Seçmeler/ Eserin Tanıtımını Dinle


Kaynak: MEB 100 Temel Eser
Yunus Emre Divanı İndir>>[PDF] DÎVÂN-I YÛNUS EMRE

YUNUS EMRE'NİN ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER

Hak bir gönül verdi bana ha demeden hayran olur
Bir dem gelir şâdî olur bir dem gelir giryân olur
Bir dem gelir söyleyemez, bir sözü şerh eyleyemez
Bir dem dilinden dür döker, dertlilere derman olur
Bir dem çıkar arş üzere, bir dem iner taht-es-serâ
Bir dem sanasın katredir, bir dem taşar umman olur
Bir dem cehalette kalır, hiç nesneyi bilmez olur
Bir dem dolar hikmetlere Câlînus u Lokman olur
Bir dem gelir Isâ gibi ölmüşleri diri kılar
Bir dem girer kibr evine Fir'avn ile Hâmân olur
Bir dem döner Cebrâile, rahmet saçar her mahfile
Bir dem gelir güm-râh olur, miskin Yunus hayran olur

Seçme Beyit ve Dörtlükler

Bu bizden önden gelenler manayı pinhan dediler
Ben anadan doğmış gibi geldüm ki üryan eyleyem
Cennet cennet dedikleri bir kaç köşkle birkaç huri
İsteyene ver onları bana seni gerek seni
Bu yol uzaktır
Menzili çoktur
Geçidi yoktur
Derin sular var
Çeşmelerden bardağın
Doldurmadan kor isen,
Bin yıl dahi beklesen
Kendi dolası değil
*
Karlı dağların başında
Salkım salkım olan bulut
Saçın çözüp benim içün
Yaşın yaşın ağlar mısın
Bir garip ölmüş diyeler
Üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar
Şöyle garip bencileyin
Molla Kasım'ın Hikayesi: Rivayete göre Yunus üç bin şiir söyler, Molla Kasım adında birisi onun şiirlerini ele geçirir. Bu şiirlerden bin tanesini yakar, bin tanesini suya atar, geri kalanları da okurken aşağıdaki mısraları görür:
Derviş Yunus bu sözü
Eğri büğrü söyleme
Seni sığaya çeker
Bir Molla Kasım gelir
Bu mısraları okuyan Molla Kasım yaptıklarından çok pişman olur ve tövbe eder. Ancak iş işten geçmiştir. Halk bu hadiseyi şöyle yorumlar: Yakılan şiirleri gökte melekler, suya atılanları deryada balıklar, kalanları da insanlar okumaktadır.

Yılkı Atı Özeti Abbas Sayar


Yılkı Atı 

Abbas Sayar’ın Yılkı Atı adlı kitabı konusu, yorumlar, kısa özeti, tanıtımı. Yılkı Atı kitabı ile ilgili bilgi.

Kitabın Adı:Yılkı Atı
Kitabın Yazarı:Abbas Sayar
Kitabın Özeti:
Üssüğünoğlu İbraam tarladan dönmektedir. Pek düşüncelidir. Havalar iyice serinlemiş, öyleyken o hala yeterince kışlık koyamamıştır köşesine. Hem öküzlerini eve doğru sürer, hem de tatlı hayallere dalar : Gün gelmiş çok ürün kaldırmıştır. Ürünleri satmış, topraklar almıştır. Topraklara bostan ekmiş, sebze dikmiş, gitgide işi büyütmüştür. Sonunda zengin olmuştur… Birden silkinir, kendine gelir. Yeniden öfke ve üzüntüye kapılır. Kışın ne yapacaktır? Kendileri yarı aç, yarı tok yaşarken bir de hayvanların yiyeceğini düşünmek zorundadır. Eve gelince oğulları Hasan ile Mustafa’yı sürüyü karşılamaya gönderir. Dorukısrak’ı sürüden ayırarak geriye kovalamalarını tembihler.
Çocuklar babalarının sözünü üzülerek yerine getirirler. Dorukısrak işin içyüzünü anlayamaz. Biraz yürüyüp durur. Çocuklar eve dönerler. Gece bastırınca, Dorukısrak da eve gelir. Burnuyla kapıya vurur. Açan olmaz. Hava çok soğuktur. At titremeye başlar, üstelik karnı da acıkmıştır, öte yandan, Dorukısrak’ın oğlu Altay ahırda anasını göremeyince huysuzlanır, kişneyip tepinir, yemini yemez.
Ertesi sabah sürüye katılacak hayvanlar sokağa çıkarlar. Dorukısrak tayını bulur, koklaşırlar. İbraam çoban Tombak Emmi’ye, akşam dönerken Dorukısrak’ı kovalamasını söyler. Tombak söyleneni yapar. Fakat at gece olup da üşümeye başlayınca yine sahibinin kapısını çalar. İbraam sinirlenerek ona sıkı bir dayak atar. Köyün dışına sürer.
Dorukısrak gençliğinde bütün rakiplerini geçmiş, yarışmalar kazanmış, sahibine bol paralar getirmişti. O zamanlar İbraam da ona iyi bakardı. Bir dediğini iki etmezdi. Bu saltanat beş yıl sürdü. At sekiz yaşına gelince eskisi gibi koşamaz oldu. İbraam onu arabaya koşarak yük hayvanı yaptı. Bu, atın ölümü demekti…
Dorukısrak kendisine yapılanı anlamıştır. Eve gitmez, gece yağmura tutulur. Köyün içinde bir kuru yer bularak korunur. Sabahleyin küskün küskün köyden uzaklaşır. Burnunu tepelere kaldırarak yürür. Ertesi gün kendini düz bir ovada bulur. Yiyecek arar, her taraf çamur olduğundan, bulamaz. Uzaktan bir kişneme duyarak koşar. Kendisi gibi bırakılmış bir aygırla karşılaşır. Çılkır adlı at onun burnunu, gerisini koklar. Arkadaş olurlar. Birbirlerine yaslanarak ısınmaya çalışırlar.
Bir gün Dorukısrak dişice kişner. Demirkır onu duyunca erkeklik damarları kabarır. Dorukısrak’ın yanına koşar. Fakat Çılkır ona engel olmak ister. İki aygır dövüşürler. Çılkır yenilir. Bunca yıl çektiği acılar yetmezmiş gibi, şimdi de bir dişi atın önünde yenilmek ona pek ağır gelir. Ovada başka yılkılık atlar da vardır. Demirkır onlara önderlik eder. Dorukısrak’la birlikte giderler. Çılkır utançtan, onların uzağında durur, yüzlerine bakamaz. Gece ilerledikçe fırtına artar. Ardından kar, tipi sökün eder. Demirkır uzun bir kişneme bırakır, atları uyarır. Kurtlar gelmektedir. İlkin Demirkır, ardından iki at ileri atılırlar. Karşıdan üç iri kurt saldırıya geçer. Amansız bir savaş başlar. Demirkır saldırır, sonra birden dönerek kuvvetli bir çifte sallar. Kurt yere serilir. Çene kemikleri kırılır. Yenileceklerini anlayan kurtlar yaralı arkadaşlarını bırakarak kaçarlar. Demirkır sürüyü toplayarak dere kenarına, rüzgarsız kuytu yerlere götürür. Soğuktan yerlerinde duramazlar. Oysa günlerdir yürüdüklerinden çok yorgundurlar. Yatıp uyumaları gerekmektedir. Bu arada Dorukısrak hastalanır. Gözlerinden, burnundan salyalar akar, gitgide dermandan kesilir. Olduğu yerde kalakalır. Sürü uzaklaşmıştır. Dorukısrak epey bekler, sonra ters yöne doğru gider. Yolda araba izleri görür. Çizgilerin üstünden yürüyerek bir köye gelir. Kuru bir dam altı bularak oraya yıkılır.
Atları seven Hıdır Emmi Dorukısrak’ı güçlükle kendi ahırına çeker. Onu tedavi eder, sıcak yemek verir. Üç dört gün sonra Dorukısrak kilo almış, kendine gelmiştir. Gözleri ve tüyleri eskisi gibi parlaktır. Yabancı bir ahırda bulunmanın huzursuzluğu ile kişnemeye başlar. Hareketleriyle gitmek istediğini belirtir. Hıdır Emmi dışardaki kar fırtınasını, soğuğu düşünerek onu birkaç gün daha oyalar.
Fırtına durup da karlar eriyince, Hıdır Doru’yu salıverir. At geldiği yoldan koşarak uzaklaşır. Dereyi geçince arkadaşlarını bulur. Birbirlerini sevinçli kişnemelerle selamlarlar.
Dorukısrak, Çılkır’ı göremeyince olup bitenleri sezer, üzüntüden başı önüne düşer. Karlı bir gecede Çılkır’ı kurtlar paralamıştır.
Artık bahar gelmiştir. Yılkılıklar yeşil çimenlerin üstünde keyiflenirler. Ama mutlulukları uzun sürmez. Ovada yılkı alıcılanyla satıcıları görünürler. Alıcılar Demirkır’la savaş arkadaşı Doruat’ı satın alırlar. Kementle yakalayarak öbür atlardan ayırırlar.
Nisan ayına girilir. İbraam’m aklına Dorukısrak düşer. Oğlunu alarak ovaya iner. At oradadır. Tavlanmış, gençleşmiştir. İbraam tayını yanında getirerek, Dorukısrak’ı onun yardımıyla yakalamayı düşünür. Tayı annesinin yanına gönderir. Ana oğul çılgın bir sevinçle birbirlerini sevip okşarlar, Arkadan dolaşan Mustafa kementi atarsa da Dorukısrak büyük bir şahlanışla kurtularak tepeye doğru koşar. Ardından da Altay gider. O günden sonra İbraam sık sık çevreyi arar, fakat onları bulamaz. Sanki kuş olup uçmuşlardır. İbraam bunu ata yaptığı haksızlığa yorarsa da dıştan birşey belli etmez. Hâla içinde bir umut vardır. Güz, ardından kış gelip geçer. Umutları yıkılır. Dorukısrak tayıyla kayıplara karışmıştır.
Kitap Hakkında Yorumlar ve Yargı
«Görünüşte etkili ve duygulu bir hayvan hikâyesi; ama sadece o kadar değil. Bir toprağın kısmetini paylaşmakta aynı çaresizliklerde birleşen insanlarla hayvanların ortak kaderi. Yerel ağız özelliklerini koruyarak, duygularını ve davranışlarını ilettiği kişileri kendi koşulları içinde izleyerek yazılmış gerçekçi bir gözlem. Toplumsal dayanışmadan yoksun dar çevrenin insafsız yokluğu içinde yalnız kendi evini, yalnız kendi çiftini, yalnız kendi kurtuluşunu düşünen; hayallerinde bile aynı çıkarcı davranışla çevresini ezen karamsar bir bencillik. Belli bir toprağın şartladığı belli bir davranış. Duygulu bir hayvan hikâyesi değil, anlamlı bir köy gözlemidir eser. Roman olamayan yapışma rağmen etkili, doğru, güzel bir başlangıç. Saygı ve özen gösterilmesi gereken iyi bir ilk eser.» (Rauf Mutluay).

Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz Özeti Aziz Nesin

Aziz Nesin'in 1977'de yayımlanan romanı, toplumun ve bürokrasinin aksayan yönlerini alaycı bir üslupla ortaya koymaktadır. Nüfus kâğıdı olmadığı için devletin yaşadığına inanmadığı bir kahramanın başından geçen olaylar komik bir dille anlatılır.

Başlıca Kahramanlar:

Yaşar: Nüfus kâğıdı olmadığı için hiçbir konuda hak iddia edemeyen bir zavallıdır. Başına her türlü komik olay gelir. Romanın sonunda karakter değişimi yaşar. Artık işini bilen, üçkâğıtçı bir zengindir.

Ayşe: Yaşar'ın nişanlısıdır. Yaşar'ın nüfus kâğıdı olmadığı için nikâhlanamazlar. Kanaatkâr, iş bilir, çalışkan, Yaşar'ı tamamlayan bir kadındır.

Romanda bunların dışındaki bütün kahramanlar genellikle sahtekâr, düzenbaz kişilerdir.

ÖZET

Cezaevi imamı artık suçlularla uğraşmaktan bıkmıştır. Onların ıslah olabileceğine olan inancını tamamen yitirmiştir. Yalnız cezaevinden çok yakında çıkacak olan Yaşar ile yakın dost olmuştur. Yaşar kendini dine vermiş, sürekli camiyi temizleyen biridir. Koğuştaki herkes Yaşar Yaşamaz'ın aniden dine sanlısına, imamın yanından ayrılmayışına şaşırmaktadır. Bu arada Yaşar'ın iyi para kazanması kuşkulan artırır. Neticede bir gün her şey ortaya çıkar. Meğer Yaşar yeni hapisten çıkmış ortağı ile imamı eroin işinde kullanmaktadır. Yaşar'ın ortağı gündüzleri imamın oturduğu kahvehanede imamın cüppesinin içine eroin koymakta, Yaşar da camide herkes secdede iken eroini imamın cüppesinin içinden almaktadır. Böylelikle saf bilinen Yaşar, tarihte görülmemiş bir ustalıkla uyuşturucu ticareti yapmaktadır. İmam bunu anlayınca Yaşar'ı bir daha camiye sokmaz.

Yaşar, bu olaydan çok önce hapse girmiştir. Birinci koğuşta boşalan yere getirilmiştir. Koğuşa geldiği ilk gün herkes onun deli olduğunu düşünmüştür. Yaşar, sürekli olarak olmadığını, yaşamadığını söylemektedir. Koğuştakilere yaşamını anlatmaya başlar. Yaşar, daha on iki yaşında iken yaşamadığını anlamıştır. Babası onu hükümet okuluna yazdırmaya götürmüştür. Fakat nüfus cüzdanı olmadığı için yazılmamıştır. Babası ile nüfus memurluğuna gittiklerinde daha komik bir durum onları beklemektedir. Memur, kütüklerde babasının bir çocuğu olduğunun yazdığını tespit eder. Fakat çocuk Çanakkale Savaşında şehit düşmüş olarak kayıtlıdır. Ne yapsalar da devlet yanlış yapmaz denildiği için dertlerini anlatamazlar. Kütüklere göre, Yaşar'ın annesi, babası ile 7 yaşında iken evlenmiş, bir de onunla evlenmeden önce bir başkasıyla da evlenmiştir, güya Yaşar bu evliliğin mahsulüdür. Bundan sonra Yaşar'a asla nüfus kâğıdı alınamaz. Yaşar'ın kendinden önce dört kardeşi ölmüştür. Ailesi yaşasın diye adını Yaşar koymuştur. Fakat kayıtlarda şehit yazıldığı için devlet onun yaşadığına asla inanmamıştır. Yaşar büyüdükten sonra Ayşe isimli bir kızla nişanlanır. Tam evlenecekleri zaman asker kaçağı diye götürülür. Yaşar'ın babası durumu anlatır. Devlet belki böylelikle Yaşar'ın yaşadığına inanır diye Yaşar'ı askere gönderirler.

Yaşar, cezaevine gireli 3 gün olmuştur. Koğuştaki herkes onun tatlı diliyle anlattığı hayat hikâyesini dinlemekten çok mutludur. Yaşar bir de saz çalıp yanık türküler söylemektedir. Yaşar, askerlik hayatını anlatmaya başlar. Bütün arkadaşları terhis olduğu hâlde kendisi terhis olamamaktadır. Nüfus kâğıdı gelmediği için günler geçer, terhis olamaz. En sonunda insaflı bir komutan onu gönderir. Köyüne döndüğünde babasının öldüğünü öğrenir. Miras işleri için çok uğraşır, bir süre bürokrasi yüzünden sinir krizi geçirir. Tımarhaneye atılır. Hastanede bir yıl yatmak zorunda kalır. Çünkü nüfus cüzdanı yoktur! En sonunda hastaneden kaçar da kurtulur. Fakat kocaman şehirde babasının mirasını da alamadığından parasız kalıverir. Nüfus cüzdanı olmadığı için işe de girememektedir.

Yaşar, koğuşta artık anlatıcılık yaparak hayatını kazanmaktadır. İnsanlar onun hayat hikâyesini büyük bir zevkle dinlemektedirler. Bu yüzden ona para vermektedirler.

Yaşar, hayat hikâyesini kaldığı yerden anlatmaya başlar. Satı Bey adında bir baba dostu ile tanışmıştır. Satı Bey'in gerçek ismi Satılmış'tır. Fakat o kendini İstanbullu gibi tanıttığı için ismini değiştirmiş, yalancı bir politikacıdır. Yaşar, ona derdini anlatır ve işinin olmadığını söyler. Satı Bey, ona bir kart yazar. Kartı gösterdiği her iş yeri onun referansı ile Yaşar' ı işe alacaktır. Yaşar, nişanlısı Ayşe'ye hayal ettiği gibi müzede hademe olup onu da yanına alacağına dair söz vererek yola çıkar. İstanbul'da bir hemşerisini bulur. Hemşerisi eşinin parasıyla geçinen sahtekârın biridir. Çıkan için Yaşar'a yardım eder. Yaşar, hademe olmak için müzeye her gün gider. Fakat müdürle bir türlü konuşamaz. Bu arada Satı Bey'in de politikadaki üstünlüğü sona ermek üzeredir. Bir an önce işe girmezse elindeki kâğıt hiçbir şeye yaramayacaktır. En sonunda müdüre ulaşır. Müdür, Satı Bey ismini duyar duymaz büyük bir ihtimam gösterir. Ama işe almaz. Yaşar'ın dertleri bitmez. Eve döner dönmez nişanlısından bir mektup alır. Yanına almazsa onu başka biri ile evlendireceklerdir. Yaşar iş de bulamamıştır. Nişanlısı Ayşe'yi bir köşke hizmetçi olarak verir. Kendisi de iş arayacaktır.

Yaşar, nişanlısından aldığı parayla bir adamla ortak olup manav açar. Sözleşmede her ikisinin de adı yazmaktadır. Manav çok iyi çalışmaktadır. Bir sürü para kazanırlar. Fakat ortağı bir süre sonra bütün malzemeleri ve paraları alarak kaçar. Yaşar'ın yine nikâh yapmak için yaptığı bütün çabalar boşa gitmiştir. Yaşar, ortağını mahkemeye de verse kimliği olmadığı için mahkeme onun sahtekâr olduğuna inanır, bir de vergi ödemek zorunda kalır. Yaşar, bundan sonra resmî bir dairede odacı olmak için uğraşır. Fakat daireye girer girmez şapkasını kaybeder ve şapkasını kayıp bürosundan bürokrasiye takıldığı ve nüfus cüzdanı olmadığı için alamaz. Yaşar, İstanbul'da birkaç işe girer, hiçbiri sürekli olmaz. Bir de Ayşe hamiledir. En sonunda Ayşe'nin çalıştığı konakta bekçi olur. Çok iyi para kazanmaktadır. Fakat ev sahibi onun nüfus kâğıdının olmadığını anlayınca işten kovulur.

Koğuşta başından geçenleri anlattıkça arkadaşları hapisten çıkınca Karakaplı Nizami Bey'e giderse her sorunu çözeceğini söylerler. Yaşar, burada para kazanmanın yolunu da bulur ve epey para toplar. Hapis, ona tam bir hayat üniversitesi olur. Her türlü entrika ve üçkâğıtla para kazanmanın yolunu öğrenir. Artık hapisten çıkacağı gün gelmiştir. Hapse girdiği ilk gün kirli ve kötü giyimli olan Yaşar manken gibi ve altın yüzüklerle hapisten ayrılır. Onun artık piyasadaki Karakaplı Nizami Beylere ihtiyacı yoktur. Çünkü kendisi Karakaplı Nizami Beylerden biri olmuştur.

Yaban Özeti Yakup Kadri Karaosmanoğlu



Romanın Adı : YABAN
Yazarı           :  Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Basıldığı kitabevi ve yılı : İletişim Yayınları 1995
Kaçıncı baskı : 25. Baskı
Yazarın kaçıncı romanı : Beşinci romanıdır.
(1927      : Kiralık Konak-Nur Baba
 1928      : Hüküm Gecesi
 1932      : Sodom ve Gomore
 1932      : Yaban
 1934      : Ankara
 1937      : Bir Sürgün
 1953-54 : Panaroma
1956          : Hep O Şarkı)
Sayfa sayısı : 262

Romanın özeti :
Ahmet Celâl, bir paşa oğludur. Yedek subay olarak katıldığı 1. Dünya Savaşı’nda bir kolunu kaybetmiştir. Daha otuzbeş yaşına basmadan kendisi için herşeyin bittiğini hissetmektedir. İstanbul’a İngilizlerin girmesi üzerine oraya dönemez ve emireri Mehmet Ali’nin çağrısına uyarak onun Orta Anadolu’nun Porsuk Çayı kıyısındaki köyüne gidip yerleşir. Köylü için Ahmet Celâl bir “Yaban”dır.
         Mustafa Kemal’in başlattığı Kurtuluş Savaşı’nı, Türk Ulusunun bağımsızlık davasını anlatmaya çalışır köylülere fakat kimse ona inanmaz. Ancak emireri Mehmet Ali, annesi Zeynep Kadın, Mehmet Ali’nin kardeşi İsmail ve onun karısı Emine ile dostluk kurabilir. Köyün en zengin adamı ve ağası olan Salih Ağa, köyü ekonomik bakımdan sömürmektedir. Şeyh Yusuf ise din adamı maskesi altında köyü manevi yönden sömürmektedir. Devleti temsil eden muhtarın ise herhangi bir gücü yoktur. Köyün etkin ve güçlü olan iki tipi Ahmet Celâl’i engellemeye çalışırlar.
         Sakarya Savaşı’nın hemen öncesinde Yunan birliği köye girer. Direnenleri öldürür. Kendisi ile işbirliği yapan Salih Ağa ve Şeyh Yusuf’u bile aldatır, sömürür, herkese zulmeder. Sakarya bozgunundan sonra köye ikinci Yunan birliği gelir. Köyü talan ederler. İnanılmaz derecede acımasız davranırlar.
         Ahmet Celâl, emireri Mehmet Ali’nin kardeşi İsmail’in karısı olan Emineyi sever. Köy düşman çizmesi altında inlemektedir. Köylü, kaderine razı olmuştur. Ahmet Celâl ise, Türk askerlerinin geleceği umudunu taşımaktadır. Sonunda o da dayanamaz ve Emine ile birlikte kaçar. İkisi de yaralanırlar. Emine’nin yarası ağır olduğu için kaçacak durumda değildir. Ahmet Celâl, Emine’yi  ve anılarını yazdığı defterini bırakarak tek başına bilmediği yollara bilmediği bir geleceğe doğru köyden uzaklaşır.
Yazarın edebi kişiliği (üslûbu) :
 
Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun edebi kişiliğini öykü anlayışı yönünden inceleyecek olursak bunun, iki dönemde geliştiği söylenebilir. Gençlik yılları sayılabilecek olan 1909-1916 yıllarında dili ve konularını işleyiş yönünden “Edebiyat-ı Cedide” beğenisi; yaşama bakışı, seçtiği olaylar ve kişiler yönünden Mauppassant etkisinde görünür.
A)   İlk dönemin ürünlerini topladığı”Bir Serencam”daki gerçekçi gözlemlere dayanan öykülerde bile yazar, öykünün akışını bozan belirtmelere yer verir.
B)   Betimlemeleri, “beyaz bir sis gibi”, “derin bir mezar sukûneti “ biçiminde Edebiyat-ı Cedide şiirinde çok rastlanan benzetmelerle süsler.
C)   Kişilerin ruhsal durumlarını yansıtma çabasıyla şairaneliğe kapılır.
D)   “Ah!” “Of!” gibi ünlemler, (..), (....) noktayla biten kısa cümleler kullanır.
E)   Dili eskidir. Fakat 1916’dan sonra Milli Edebiyat akımının ilkelerini benimseyerek dilini sadeleştirir.
Sanatçının romanlarında görülen üslûba geldiğimizde onun ilk romanı olan Kiralık Konak’tan itibaren bütün yapıtlarında bir dönemin özelliklerini, kendi tarih anlayışı içinde değerlendirerek yansıtmayı amaçladığı görülür. “Sanat sanat içindir” görüşünü savunarak yazı hayatına başlayan Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Balkan Savaşı ve 1. Dünya bozgununu görünce de, “Sanat önce bir toplumun, sonra bir ulusun,sonra da bir devrin ifadesidir.” İnancına varmış, böylece sanatın toplum için olduğu görüşünü benimsemiştir.
         Yakup Kadri Karaosmanoğlu, realist ve natüralist yazarların yöntemine uyarak, romanlarında toplumun bozulan, çöken yanlarını ele almıştır. Eserlerinin çoğu hep bir çöküşün hikâyesidir. “Bir Sürgün” ‘de Abdülhamit devrinin, “Kiralık Konak” ‘ta Meşrutiyet devrinin, “Hüküm Gecesi” ‘nde yine aynı devrin, “Nur Baba” ‘da Bektaşi tekkesinin, “Sodom ve Gomore” ‘de Mütareke devrinin, “Yaban” ‘da bir Anadolu köyünün çöküşü gösterilmiştir. Kişiler, çoklukla kafalarının içindeki hayatın dışarıdaki hayata uymamasından doğan hayâl kırıklığıyla dünyaya küserler. Yazarın eserlerindeki olumlu kişiler,  genellikle içinde yaşadıkları çevrenin kötü gidişini görür, çıkış yolları tasarlar, fakat bunları gerçekleştirmek için bir çaba göstermezler. Bunlar sadece düşünen,  gördüklerinden üzüntü ve acı duyan fakat bir türlü eyleme geçemeyen tiplerdir.
         Yazar kimi zaman romanlarında doğrudan doğruya okuyucuya seslenmiş, kimi zaman da roman kişilerinin düşünce ve davranışlarında kendi varlığını sezdirmiştir. Örneğin “Yaban” ‘da Ahmet Celâl birçok yönleriyle yazarın duygu ve düşüncelerini yansıtmaktadır.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, konuşma dilinin aynı zamanda yazı dili olması gerektiğini savunmuşsa da Türkçede karşılıkları bulunan Arapça ve Farsça sözcüklere, bu dillerin kurallarıyla yapılmış tamlamalara romanlarında yine de çok yer vermiştir. Ayrıca Fransızca kelimelere de romanlarında sıkça rastlanır.
Romanın Konusu :
 1. Dünya Savaşı'nın bitimiyle birlikte Sakarya Savaşı'nın sonuna kadar olan sürede bir
Anadolu köyünde köylüleri, köyün durumunu ve milli mücadeleye ilişkin tavırlarını anlatmaktadır...
Romanın konusunun geçtiği yer ve zaman (çevrenin özellikleri vb.) :
Yaban romanının konusu Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu’da Porsuk Nehri çevresindeki küçük bir köyde geçer. Köy son derece bakımsız, unutulmuş bir virane halindedir.
Eserin Kahramanları :
AHMET CELÂL :
Romanın baş kahramanıdır. 1. Dünya savaşında kolunu yitirmiştir. Yaşamaya küskün, karamsar bir şehirli tipidir. Köylüler ile olumlu ilişkiler kuramaz. Gerçekçi olmasına karşın gerçekler karşısında şaşkına dönen bir tiptir. İdealist düşüncelere sahiptir. Olaylara ve köy gerçeğine karamsar gözle bakar ve köylünün durumundan Türk aydınını sorumlu tutar.
MEHMET ALİ :
Ahmet Celâl’in emir eridir. Savaş sonrası köyüne dönmüştür. Ahmet Celâl’e saygı duymasına rağmen yine de köyüne ve köy geleneklerine bağlıdır. Köylüler gibi düşünür. Kaderine rıza göstermiş bir tiptir.
SALİH AĞA :
Köyün en zengin adamlarındandır.Fakat kılık kıyafeti ile bir dilenci gibidir. Bütün köy halkını nüfuzu altına almıştır. Köylüye kendini akıllı olarak tanıtmıştır. Onlara borç vererek kendine bağlı kalmalarını sağlamakta ve onları sömürmektedir. Son derece çıkarcı, acımasız ve yalancıdır. Köylü üzerinde kurduğu baskılar nedeniyle köyün ekonomisine yön verir.
ŞEYH YUSUF :
Salih Ağa köyü ekonomik yönden sömüren, bu yönde köylüler üzerinde baskılar kuran olumsuz bir tipleme ise, Şeyh Yusuf da köyü manevi yönden sömüren, bu yönde köylü üzerinde dinsel baskılar oluşturan olumsuz bir tiptir. Son derece cahildir. Dini bilgileri çok basittir. Temizliğe dikkat etmeyen, pasaklı bir adamdır.
ZEYNEP KADIN :
Mehmet Ali’nin annesidir. Kaderine razı olmuş, acılar karşısında ağlamayı bile unutmuş, tarlasının, evinin işlerini tek başına çekip çeviren gerçek bir Türk anasıdır. Oğlunu, kocasını askerde, savaşlarda yitiren, yoksulluk ve acılar içinde ömrünü çalışmakla geçiren Türk kadınını temsil eder.
EMİNE :
Romanda ağırlığını koyan ikinci kadındır. Mehmet Ali’nin kardeşi İsmail’in karısıdır. Ahmet Celâl’in ilgi duyduğu tek kadındır. Emine de Zeynep Kadın gibi olaylar karşısında edilgen bir yapıya sahiptir. Erkeklerin kurduğu köy dünyasında erkeklerin güdümünde sessizce yaşamaktadır. Yunan birliğinin öldürme ve kıyım eylemlerinden korkarak sonunda Ahmet Celâl ile kaçar.
YARDIMCI KAHRAMANLAR :
Bu ana tiplerin yanında yardımcı kişilerde vardır. Bunlar; Emeti Kadın, oğlu Küçük Hasan, Mehmet Ali’nin kardeşi İsmail, Bekir Çavuş vb.dir. Bu tipler üzerinde fazla durulmamıştır.
Eserin adıyla konusu arasındaki benzerlik:
         Bu romanın adıyla konusu arasında çok kuvvetli bir benzerlik vardır. Çünkü köylüler Ahmet Celâl’i bir  “yaban” olarak görmektedirler.
Romanın ana düşüncesi:
    Cehaletin insanların başına çok kötü işler açabileceği ve cahil kalmış insanların sağlıklı
düşünemeyeceği vurgulanmıştır.Öyle ki bu durum milli duyguları dahi köreltebilmektedir.
Roman yazarının eserlerinde görülen özellikler:
         Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun sanatının birinci dönemindeki, yani “sanatın sanat için olduğu” görüşünü savunduğu dönemde yazdığı eserlerinde aşk, ruhsal bunalımlar ve bozukluklar, bireyle toplum gelenekleri arasındaki çatışmalar vb. görülür.
İkinci yani, “sanat toplum içindir” görüşüyle yazdığı dönemdeki eserlerinde ise çoklukla savaş felaketleri işlenmiştir.
Gerek birinci, gerekse ikinci döneminde gözlemlerden yararlanmış, ya doğrudan doğruya kendisinin gördüğü, ya da başkalarından dinlediği olayları yazmıştır.
2.Abdülhamit devrinde gezi özgürlüğü olmaması yüzünden konuları İstanbul sınırları içinde kapalı kalan Edebiyat-ı Cedide hikâye ve romanlarına karşılık, Yakup Kadri, daha ilk kitabından başlayarak, konularının çoğunu İstanbul dışındaki bölgelerden, genellikle Anadolu’nun çeşitli yerlerinden almıştır.
         Yakup Kadri’nin bütün eserlerinde batılı sanatçı ve düşünürlerin açık etkileri görülür. Batı Edebiyat ve kültürüne sıkı sıkıya bağlılık gösteren sanatçı, kendi edebiyatımızdaki geleneksel konulara da yabancı durmamış; örneğin “Bir Serencam” hikayesinde Tanzimat edebiyatında sık rastlanan “tutsaklık” konusunu işlemiştir.
Sanatının 1. döneminde dil bakımından Edebiyat-ı Cedide’nin tutumunu sürdürmüştür. Hattâ “Genç Kalemler” dergisinde Ömer Seyfettin ve arkadaşlarının
ileri sürdüğü dilde sadeleşme akımına karşı çıkmıştır. Fakat bir süre sonra Ziya Gökalp’in de etkisiyle “Milli Edebiyat” akımını benimsemiş ve bu yolun en önemli sanatçılarından biri olmuştur.
         Yakup Kadri; topluma, kişilere ve olaylara oldukları gibi değil, kendi mizacı ve fikirleri açısından bakan bir romancıdır. Romanını besleyen kaynaklar, yazarın özel
yaşamını, duygu, düşünce ve anıları ile toplumun geçirdiği tarih dönemleri ve büyük olaylardır.
Kişilerin (roman kahramanlarının) dış görünüşüne önem vermez. Bunları birkaç tasvir ile geçiştirir. Ruh bakımından ise kahramanları da kendisi gibi karamsardır.
Türk romancılığının tarihi :
         Türkiye’de roman türü, 19. Yüzyılın ikinci  yarısında Tanzimat Edebiyatı döneminde, batı edebiyatından yapılan çevirilerle  tanınmaya başladı. 1860-1880 arasında batının birkaç klâsik yazarının belli başlı yapıtları Türkçe’ye aktarıldı. Victor Hugo’dan Sefiller, Daniel De Foe’den Robinson, Saint Pierre’den Pol ve Viginie, Alexandre Dumas Pere’den Monte Cristo gibi. Bu ilk çevirilerde seçilen yapıtlar, Divan Edebiyatının “Leylâ ile Mecnun”, “Ferhat ile Şirin”, Aşık Edebiyatının “Kerem ile Aslı” ‘sı, Meddah hikâyeleri ile yetişen Türk okuyucularına aykırı gelmeyecek türden yapıtlardı. Aynı dönemde ilk yerli romanlar da yazılmaya başlandı. Ahmet Mithat’ın “Hasan Mellah” adlı serüven romanında Monte Cristo’nun, Namık Kemal’in “İntibah” romanında Kamelyalı Kadın’ın etkileri görülür.
Daha ilk yapıtlardan başlayarak Tanzimat romancılarının bi bölümü aydınlara (N.Kemal, Sami Paşazade Sezai, Recaizade Mahmut Ekrem) seslenmeyi yeğlemişlerdir. Bir bölümü de halka (Ahmet Mithat, Şemsettin Sami, Nabizade Nazım v.b.) seslenmişlerdir. Bunun sonucu olarak da halka seslenen yazarlar yalın dille, aydınlara seslenen yazarlarsa yabancı sözcük ve dil kurallarıyla yazmışlardır. Bu dönem romancılarının işledikleri başlıca temalar, aile kurumu, tutsaklık ve alafrangalıktır. Türk toplumundaki ataerkil aile düzeninin doğurduğu bunalımları çeşitli yönlerden işleyen en önemli yazarlar Şemsettin Sami (Taaşşuk-i Talât ve Fıtnat), Ahmet Mithat (Teehhül), Sami Paşazade Sezai (Sergüzeşt)’tir.
Tutsaklık konusunda Namık Kemal (İntibah), Nabizade Nazım (Zehra) ‘ı sayabiliriz.
Aynı dönemdeki temalardan alafrangalık üzerine de Ahmet Mithat (Felâtun Bey ile Rakım Efendi), Recaizade Mahmut Ekrem (Araba Sevdası) çok önemlidir.
Edebiyat-ı Cedide döneminde batıya bağlanma eğilimi daha da güçlenmiş, Fransız gerçekçi ve natüralist yazarlar (Stendhal, Balzac, Flaubert, Mauppassant, Daudet) yolunda yazmaya özenilmiştir. Bunun sonucu olarak hep yaşamda görülen veya görülmesi olasılığı bulunan olay ve kişiler seçilmiştir. Bu aşırı batı hayranlığı dilimizi de etkilemiştir. Bu dönemde 2. Abdülhamit’in sıkı sansürü nedeniyle toplum sorunlarına değinilmemiş ve dolayısıyla “Sanat için sanat” görüşü benimsenmiştir. Bu dönemin başlıca yazarları Halit Ziya Uşaklıgil, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit Yalçın v.b.’dir. Aynı dönemde yaşayan Hüseyin Rahmi Gürpınar ise “toplum için sanat” görüşünü savunmuştur.
İkinci Meşrutiyet ve Mütareke dönemlerinde Fransız realist ve natüralist yazarların yolunu izleyen romancılarımızdan Yakup Kadri Karaosmanoğlu (Hep O Şarkı, Bir Sürgün, Kiralık Konak, Yaban, Sodom ve Gomore), İngiliz Edebiyatının etkisinde kalan Halide edip Adıvar (Handan, Kalp Ağrısı) ‘ı sayabiliriz. Halide Edip Adıvar Kurtuluş savaşı yıllarında toplumsal konulara eğilerek Ateşten Gömlek ve Vurun Kahpeye romanlarında savaşın acılarını işlemiş, daha sonra da Türkiye’nin toplumsal durumunu yansıtan töre romanlarını, “Sinekli Bakkal” ve “Sonsuz Panayır” ‘ı yazmıştır.
Bu dönemin diğer sanatçıları Refik Halit Karay, Reşat Nuri Güntekin, Peyami Safa v.b.’dir.
Daha sonra ise edebiyatın çeşitli dallarında eserler veren Memduh Şevket Esendal’ı, Cevat Şakir Kabaağaçlı’yı, Osman Cemal’i, Mithat Cemal’i ve Abdülhak Şinasi Hisar’ı sayabiliriz.
         Cumhuriyet döneminde de realizm (Kemal Tahir, Samim Kocagöz, Kemal Bilbaşar) natüralizm (Reşat Enis), toplumcu gerçekçilik (Sabahattin Ali, Orhan Kemal) gibi akımlar yanında izlenimleri öne alan (Sait Faik v.b.) davranışlar romanımıza çeşitlilik kazandırmıştır.
Romanın ait olduğu dönemin tarihi ve edebi özellikleri:
“Yaban” romanı, Batı Etkisindeki Türk Edebiyatının “Milli Edebiyat” dönemine ait bir romandır.
Milli Edebiyat Dönemi : Meşrutiyet devrinde Osmanlı toplumunda dört siyasi akım görülmektedir: İslâmcılık, Osmanlıcılık, Batıcılık ve Türkçülük.
İslâmcılık; kavimcilik düşüncesine karşı koyup, birleşik bir İslâm birliği, büyük bir İslâm devleti kurma ülküsüydü.
Osmanlıcılık; çeşitli uluslardan (Türk-Arap-Arnavut-Ermeni-Yunan-Sırp-Bulgar v.b.) birleşik Osmanlı devletinde bir Osmanlı ulusçuluğu kurma ülküsü idi.
Batıcılık; sürekli yenilgilerle çökmeğe başlayan devleti kurtarmak için toplumu doğu uygarlığından batı uygarlığına geçirme çabası idi.
Fakat gerek Balkanlarda yaşayan Hristiyan uluslar, gerek hiçbir toprak temeline dayanmayan Hristiyan azınlıklar arasında, önce Rusya’nın, daha sonra da Avrupa’nın kışkırtmalarıyla başlayan “ulusçuluk” hareketi Osmanlıcılık düşüncesinin ve Osmanlı
Devleti’nin yıkımını hazırlamış, ayrıca Müslüman uluslar arasında da uyanan bağımsızlık istekleri Osmanlıcılık ülküsünden başka İslâmcılık ülküsünün de yıkımına yol açmıştır.
         İşte bu devirde, imparatorluk içindeki çeşitli ulusların kendi benliklerine dönme eğilimi karşısında, bazı aydınlar, devletin çeşitli uluslara değil, “millet-i hâkime” (egemen ulus) diye adlandırılan asıl sahibine, yani Türk halkına dayanması gerektiği düşüncesine ulaşmışlardır.Bu düşünce aydınların halka yönelmesine yol açmış ve bu davranışa “Türkçülük” adı verilmiştir. Siyaset alanındaki bu “halka doğru” hareketi, edebiyatta “ulusal kaynaklara dönme “ düşüncesinin doğmasına yol açmıştır. Bu düşünce dilde sadeleşme, yerli hayatı yansıtma, şiirde aruz ölçüsü yerine hece ölçüsünü kullanma ve Halk edebiyatı nazım biçimlerinden yararlanma anlamında kullanılmış; bunları gerçekleştirmeyi ülkü edinen edebiyata da “Milli Edebiyat” adı verilmiştir.
         Bu edebiyat hikâye ve romanlarının en önemli özelliği sade dille yazılmış olmalarıdır. Bu dönemde, “memleket edebiyatı” çığırının başarılı ilk örnekleri verilmiştir. Konular İstanbul sınırlarından çıkmış ve yurdun her köşesinden ve her tabakadan insan hayatı konu olarak alınmıştır.
         Gözleme çok önem verilmiş ve bunun sonucu olarak Meşrutiyet döneminin Turancılık (Halide Edip Adıvar: Yeni Turan-Müfide Ferit: Aydemir), Türkçülük (Ulusçuluk), Osmanlıcılık (Ömer Seyfettin: Eshâb-ı Kehfimiz, Kırmızı Bayraklar v.b.), İslâmcılık (Reşat Nuri: Yaprak Dökümü, Peyami Safa: Fatih Harbiye), kimi eserlerde tema olarak alınmıştır.
Milli Edebiyat akımının hikâye ve roman yazarlarının başlıcaları şunlardır :
Ömer Seyfettin - Halide Edip Adıvar – Yakup Kadri Karaosmanoğlu – Refik Halit Karay – E.Ekrem Talu – O.C. Kaygılı – Reşat Nuri Güntekin – Peyami Safa – Mahmut Şevket Esendal – Halikarnas Balıkçısı ( C.Ş.Kabaağaçlı) – M.C. Kuntay – A.Ş. Hisar- M.Yesari.
Kaynaklar :
Yaban : Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Türk Edebiyatı : Ahmet Kabaklı
Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman : Cevdet Kudret
Çağdaş Türk Edebiyatı : Şükran Kurdakul
Edebiyat Bilgileri : Rauf Mutluay
Büyük Larousse Ansiklopedisi
Türk Edebiyatı Antolojisi : Şemsettin Kutlu
Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü : Behçet Necatigil
Resimli Türk Edebiyatı : Nihat Sami Banarlı
Dile Gelseler : Vedat Günyol
Türk Dili, Türk Romanında Kurtuluş Özel Sayısı : Selim İleri
   http://www.edebiyatfatihi.net/2013/04/yaban-romani-ozetikonusukisileryer-ve.html