26 Haziran 2014 Perşembe

Beş Şehir Özeti Ahmet Hamdi Tanpınar


Ahmet Hamdi Tanpınar Beş Şehir

Ankara uzun tarihin şaşırtıcı terkinleriyle doludur. Asırlar içinde uğradığı istilalar, üst üste yangınlar ve yağmalar şehirde geçmiş zamanların pek az eserini bırakmıştır.
Belki milli mücadele yıllarının bıraktığı bir tesirdir, belki doğrudan doğruya çelik zırhlarını giymiş ortada dolaşan bir eski zaman silahşörüne benzeyen kalesinin bir telkinidir.
Ankara bütün orta Anadolu’ya bir iç kale vazifesini görmüş, eteklerinde daima tarihin büyük düğümleri çözülüp bağlanmıştır. Etilerin, Firigyalıların, Libyalıların, Roma ve Bizansın Selçuk ve Osmanlı Türklerinin zamanlarında bu hep böyle olmuştur.
ERZURUM :
Erzurum’a üç defa üçünde de ayrı ayrı yollardan gitmiş. A. Hamdi TANPINAR ilk yolculuğu çocuk denecek bir yaşta ve balkan harbinin sonunda yaşanmıştır. Yıldız dağının dibinde, gecenin dört bir yandan getirip çadırımızın üzerine yırttığı bin türlü ses ve uğultu arasında ben ( A.H.TANPINAR) hep bu dağın şöyle bir gördüğüm mahmur ve dumanlı başını düşünmüştüm. Erzurum’da bu duygularla tıpkı koyunlarını bütün bir yaz boyunca menzil menzil yemyeşil otlaklarda otlata otlata güz başında şehre getiren Cizre ve Bingöl çobanları gibi girdim, diyor TANPINAR.
İkinci sefer geldiğim Erzurum ( 1923′ te – 10 yıl sonra ) başka bir Erzurum’du. O na Doğu Anadolu dağlarının eski bir şarap gibi zamanla takdis edilmiş ruh besleyici uzletinden değil, dört cihan harbi yılının ve istiklal savaşının üstünden aşarak gelmiştim. Aşkale’de yattığım hanın kahvesinde, esirlikten yeni dönen yanık yüzlü, tek kollu biçare TANPINARA Kafkasya cephesine giderken bıraktığı oğlu, karısı ve anasından hiç birini hatta evinin yerini bile bulamadığı için girdiği günün akşamında şehri terk ettiğini söyler.
Peki şimdi nereye gidiyorsun ? diye sorar TANPINAR
Efendi, dedi nereye gittiğimi ne sorarsın ? Geldiğim yeri sana söyledim yetmez mi ?
On yıl içinde kaybolan şey, bütün bir hayat tarzı bütün bir dünya imiş. Trabzon’dan başlayıp Tebriz’de biten kervan yolculukları 1855′lerde yüz binden fazla nüfuslu Erzurum’a iktisadın beslerken peş peşe gelen savaşlar Erzurum’da yaşamı insan kaynağı başta olmak üzere iktisadi ve diğer kaynakları acınası nispetlere indirgemiştir.
A. Hamdi TANPINAR, Atatürk’ü ilk defa Erzurum’da görmüş, Atatürk’le tek konuşması Erzurum Lisesinde olmuş. O na göre Atatürk sakin, kibar daima dikkatli ve her şeye alakalıydı kendisine söylenenleri son derece rahat bir dinleyiş tarzı vardı. Atatürk her şart içinde kendisini enpaze edenlerdendi; bakışında, jestlerinde, ellerinin hareketlerinde, kımıldanışlarında ve yüzünün çizgilerinde bir dinamizim vardı.
A. Hamdi TANPINAR Erzurum’da kaldığı müddetçe mahalli diyebileceğimiz musikiyi şahsi bir macera gibi yaşamış. TANPINAR’ın Erzurum’a üçüncü ve son gidişi ikinci cihan harbinin son yıllarına denk gelmiştir. Yataklı vagonda yolculuk yapmasına rağmen asıl yolculuğun üçüncü mevkii vagonlarında aranmalı diyor. TANPINAR ona göre üçüncü mevkii vagonlarında yolculuk gerçek hayatı halk arasında aramak gibidir. Çünkü orada insanlarla en geniş manada temas var diyor TANPINAR.
A. Hamdi TANPINAR ‘a göre Erzurum Türk tarihine Türk coğrafyasına 1945 metreden bakar. Malazgirt zaferinin açtığı gedikten yeni vatana giren atalarımızın ilk fethettikleri büyük merkezi şehirlerden birisidir, Erzurum.
Tarihimizin ikinci dönem yerinde, milli mücadelenin temeli gene Erzurum’da atılır. Atatürk, Erzurum’dan işe başlar tıpkı ilk fatihler gibi oradan Anadolu’nun içine doğru yürür; Erzurum’dan başlayarak yurdumuzu milletimizin tarihi hakları adına yeni baştan fethederiz diyor TANPINAR.
A. Hamdi TANPINAR tirene binip Erzurum’dan ayrıldığı saatte 03 TEMMUZ 1949’un şehri 30 AGUSTOS zaferini kutluyordu ve güneş iki dağın arasında kaybolacağı zaman, son bir ışık TANPINAR’ın olduğu yere kadar uzanır. Toprak derin ama derin ürperir. Erzurum ovası yavaş yavaş saf gümüşten ermiş altın sarısına, ondanda akşam saatlerinin esmerliğine geçer tıpkı her ayrılık gibi!
KONYA:
Konya, kendini gizleyen ve esrarlı güzelliğiyle bozkırın tam çocuğudur. Bozkır kendine bir serap çeşnisi vermekten hoşlanır. A.H.TANPINAR ‘a göre Konya’ya hangi yoldan girerseniz girin sizi bu serap vehmi karşılar. Sağlam ruhlu kendi başına yaşamaktan hoşlanan Konya, dışarıdan gösterişsiz, içten zengin orta Anadolu insanına benzer.
A.H.TANPINAR’ göre her tarihi bir kör dövüşü yapan ihtiraslara, kinlere, felaketlere rağmen bir vatan fetheden ve o arada yeni bir milletin, yeni bir dilin doğmasını sağlayan adamlar Konya’da yaşamışlardır. Haçlı seferlerinin ve Bizans saldırılarının her şeyi yıkacak gibi gördüğü felaketli yıllarda Anadolu’nun içinde bir şimşek gibi dolaşan Selçuklu sultanı 1 nci Kılınç Arslan Konya’yı başkent yaptığı günlerde, belki de TANPINAR’ın bulunduğu yerlerde dolaşmış, durmuş düşünmüş ve çetin kararlar vermişti.
Mevlana ile babası Konya’ya 1228 yılında gelirler. Bu Konya civarında sultan hanının yapıldığı yıldır. TANPINAR’a göre Selçuk Rönesans’ı, vakitsiz bastıran kar fırtınaları altında yeşeren bahara benzer. Karatay Medresesi bittiği zaman medresede yapılan toplantıya katılan Mevlana’ya sorarlar
Baş köşe neresidir ?
Bulunduğu yerden kalkıp kapı dibine tercih eden Mevlana cevap veriyor.
Aşk adamı için baş köşe sevgisinin kucağıdır.
Şems geldikten sonra sadece bir cezbe adamı olur, sema döner, şiir söyler, şekillerin ve kalıpların dışında yaşar. Mevlana Konya’yı devrinin yalnız coşkunluklarıyla doldurmaz, onu içten değiştirir. Mevlana şairdir; şiiri inkar etmesine, küçük görmesine rağmen şarkın en büyük şairlerinden biridir diyor TANPINAR. TANPINAR’a göre Mevlana’nın dünyası hareket halinde bir dünyadır; burada her şey yaratıcı aydınlığı ve aşkın kendisi olan Allah’ın etrafında döner, ona doğru yükselir, onda kaybolur, ondan doğar ve ayrılır, tekrar onunla ve birbirleriyle birleşir. Her şey burada birbirini izler, birbirinin aynıdır, birbirine cevap verir. Bu mahşerde ne öldüren, ne öldürülen, ne seven, ne sevilen birbirinden fark edilir. TANPINAR’a göre Mevlana felsefesi ( tasavvuf ) budur.
TANPINAR diyor ki Mevlana şiirleri yazıldığı devirle beraber düşünülürse batmakta olan bir gemiden yükselen son dua gibidir. Bütün varlık Allah’a doğru giden bu geniş hıçkırıktadır. Onun sesi ümidin ve affın sesiydi gelin o sese hep beraber kulak verelim:
Gel, gel kim olursan gel, kafirde olsan, Yahudi veya put peresede oldan gel dergahımız ümitsizliğin dergahı değildir. Yüz defa tövbeni bozmuş olsan yine gel.
BURSADAN ZAMAN :
Bursa’ya birkaç defa gittim ve her defasında kendimi daha ilk adımda bir efsaneye çok benzeyen tarihimizin içinde buldum, diyor TANPINAR ve ekliyor: Zaman mefhumunu adeta kaybettim ve daima, bu şehre ilk defa giren ve ona yeni baştan bir Türk şehri olarak kuran dedelerimizin yaşayışlarındaki halis tarafa hayran oldum. TANPINAR’ a göre o şehirde muayyen bir çoğa ait olmak keyfiyeti o kadar kuvvetlidir ki insan “Bursa’da ikinci bir zaman daha vardır” diye düşünebilir.
TANPINAR’ a göre tarih Bursa’ya damgasını o kadar derin ve kuvvetle basmıştır ki; her yerde kendi ritmi, kendi hususi; zevkiyle vardır, her adımda insanın önüne çıkar. Kah bir türbe, bir cami, bir mezar taşı, burada eski bir çınar , ötede bir çeşme olur ve geçmiş zamanı hayal ettiren manzara ve isimle, üstünde sollanan ve bütün çizgilerini bir hasret sindiren geçmiş zamanlardan kalma aydınlığıyla sizi yakalar. Bursa’ da yeşilin manası çok başkadır; o edebiyetin rahmani yüzü, bir mükafata çok benzeyen bir sükünün fani bir sacete sinmiş manasıdır. Yeşil türbe, Yeşil cami der demez , ölüm muhayyılerimizdeki çehresini değiştirir. Diyor TANPINAR
TANPINAR’IN dizelerinde emir sultan Bursa’nın büyük aşk maceralarından birini kahramanı sıfatıyla bile o eşsiz yeşilliği aşkların arasında görebilen ve halk mahalliyesine en fazla mah olmuş çehresidir. Diye düşünmüştür.
İSTANBUL:
Eski İstanbul terkipti. Bu terkip küçük büyük, manalı manasız, eski yeni, yerli yabancı, güzel çirkin bir yığın unsurun birbiriyle kaynaşmasından doğmuştur. Eski İstanbul’da zengin fakir her sınıf berabere eğlenirdi.
İstanbul büyük mimari eserlerinin olduğu kadar küçük köşelerin, sürpriz peyzajların da şehridir. Hatta iç İstanbul’u onlarda aramalıdır. Büyük eserler ona uzaktan görünen yüzünü verirler; ikinciler ise onu çizgi çizgi işleyerek podrenin içini dolduran, büyük techidin kurduğu çerçeveyi bin türlü psikolojik haliyle yaşanmış hayat izleriyle tamamlanmış eserlerdir. İşte Beyazıt, Süleymaniye, Ayasofya, Sultanahmet, Sultan Selim yahut Yeni cami gibi.
Tabiat bir çerçeve, bir sahnedir. Bu hasret, onu kendi aktörlerimizle ve havamızla doldurmamıza mümkün kılar. Fakat bu içki ne kadar lezzetli, tesirleri ne kadar derin olursa olsun, Türk cemiyetinin yeni bir hayatın eşiğinde olduğunu unutturamaz. Bizzat İstanbul’un kendiside bu hayatın ve kendisine yeni kıymetler yaratacak yeni zamanın peşinde sabırsızlanıyor. En iyisi, bırakalım hatıralar içimizde konuşacakları saati kendiliklerinden seçsinler diyor TANPINAR!

Kaynak: http://www.romanozetleri.org/ahmet-hamdi-bes-sehir-kitabi-romani-ozeti.html/comment-page-1

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder