Kelile ve Dimne’nin
yazarı Beydeba, bir Brahman’dır. Kelile ve Dimne’yi Hint
hükümdarlarından Debşelem Şah için kaleme almıştır. Bunun dışında
elimizde, yazar hakkında herhangi bir bilgi yoktur. Kelile ve Dimne’Nin
ilk hali kaybolduktan sonra M.S. 300’lü yıllarda Keşmir’de tekrar
derlenir. Böylece eser ikinci kez hazırlanır ve Pança Tatra adıyla
meşhur olur. Hindistan’da bir halk kitabı haline gelen eserin sayısız
değişik şekilleri yazılmıştır.
KONUSU
Kelile ve Dinme
hükümdarlar için yazılmış olan ahlakî bir Hint masal kitabıdır. Eser
ismini masalın iki başkahramanı, yani iki çakal olan, Kalilag ve
Damnag’dan almıştır. Bu masal kitabı öncelikle Sanskritçeden Pehleviceye
ve Pehleviceden Arapçaya tercüme edilmiştir. Ardından Batı dillerine de
çevrilen eser, hem Doğuda hem de Batıda büyük bir rağbet görmüştür.
Hikayeler, Bin Bir Gece
Masallarında olduğu gibi iç içe girmiş çerçeve hikayelerden oluşur. Eser
giriş ve beş bölümden oluşmaktadır. Her bölümde bir çerçeve hikaye ve
bu hikayeye bağlı hikayecikler ile manzum hikayeler bulunmaktadır.
Hikayenin yazılış amacı Mehapur hükümdarının tembel üç şehzadesini yola
getirmektir.
Kahramanlar: Kral Aslan, Kral Aslan’ın müşaviri Boğa, Kral Aslan’ın nedimleri, Kelile, Dimne.
Eser şu bölümlerden oluşmaktadır:
- Bölüm: Dostluğun Bozuluşu
- Bölüm: Nasıl Dost Kazanılacağı Hakkında
- Bölüm: Savaş ve Barış
- Bölüm: Kazandıklarımızın Kaybı
- Bölüm: Tedbirsizlik Hakkında
İKİ GÜVERCİNİN HİKAYESİ
Vaktin
birinde bir ülkede iki güvercin vardı. Yuvalarında güven içinde
yaşıyorlardı. Birinin adı Bazende, diğerininki Nevazende'ydi.
Yuvaları
o kadar güvenliydi ki, doğrusu oradan ayrılmayı düşünmek düpedüz
aptallık olurdu. Buna rağmen Bazende 'nin içine bir gün gezme arzusu
düştü. Nevazende 'ye bu isteğini açtı:
-
Sevgili arkadaşım, daha ne zamana kadar yuvamızda oturup duracağız. Ben
uzak ülkeleri, masmavi denizleri çok merak ediyorum. Gezip tozmak
istiyorum. Bilgimi, görgümü, artırmak niyetindeyim. Ne dersin?
Nevazende, onun bu düşüncesini kaygıyla karşıladı:
-
Güzel, dedi, gezmek, değişik yerler görmek çok güzel. Fakat
tehlikelerden emin olamazsın. Bir fırtına, bir rüzgar, yırtıcı bir
hayvan... Bütün bunlar olmasa...
Bazende, söze girdi hemen,
-
Doğru, haklısın, ben de o tehlikeleri hesaba katmıyor değilim. Fakat
sıkıntı çekmeden rahata kavuşulmaz. Yolda çekeceğim çilelere karşı
bilgimi, görgümü artıracağım.
-Nevazende, arkadaşının kararının kesin olduğunu gördü:
-
Yine de gel şu düşünceden vazgeç dostum, dedi. Yanında yakınların olsa
ya neyse. Böyle yalnız başına tehlikelere nasıl göğüs gerebilirsin? Boş
ver! Vazgeç bu sevdadan. Yuvamızda mutluyuz. Bunu bozmayalım.
Nevazende'nin
öğütleri Bazende'yi bir türlü etkilemedi. O, kararlıydı. Her türlü
tehlikeye rağmen gezme düşüncesinden vazgeçemiyordu. Kararını kesin
vermişti. Uçacaktı.
Uzak
ülkelere gidecekti. Sonunda hazırlığını yaptı, Bazende. Arkadaşıyla
vedalaştı. Yuvadan havalandı. Yüksekler doğru kanat çırptı. Ufukta
kayboldu. Nice denizler aştı. Nice dağlar dolaştı. Günlerce yol aldı.
Havada süzülürken ayaklar altında kayan güzelliği zevkle seyrediyordu.
Günlerce kanat çırptı. Fakat keyfi o kadar yerindeydi ki, yorgun oluşu
aklının ucundan geçmiyordu. Günler günleri kovaladı. Bazende, arada bir
dinlenerek sürekli uçtu. Sürekli yol aldı.
Bir
gün yüce mi yüce bir dağın doruğuna ulaştı. Cennet gibi bir yerdi
burası. Zümrüt gibi yemyeşildi. Ağaçlar, çiçekler, aşağıda akarsular,
dereler... Mis gibi bir koku vardı. Şırıl şırıl sular akıyordu.
Bir
süre dinlenmek istedi. Hem bu cennet güzelliği de seyredecekti. Fakat
birden büyü bozuldu. Sessizliğin ortasına bir fırtına düştü. Kuvvetli
bir rüzgar sanki sessizliği yırtar gibi esiyordu. Gökyüzünü yağmur
bulutları doldurdu bir anda. Ortalık kararıverdi. Şimşekler çakmaya
yıldırımlar düşmeye başladı.
Bazende
neye uğradığını şaşırmıştı. Fırtına sağanak bir yağmurla sürdü gitti.
Bardaktan boşanırcasına yağan yağmur altında zavallı Bazende sığınacak
doğru dürüst yer bulamadı. Hele şimşek ve yıldırım gürültüsü! En çok onu
korkutan buydu. Bazende yağmur altında sırılsıklam olmuştu. Üşüyordu.
Fırtınaya karşı uçmaya çalıştı, çok yorgun düşmüştü. Kanatlarını
kaldıramaz bir haldeydi. Fırtına biraz biraz yavaşladığında kalın
gövdeli bir ağacın kovuğuna sığındı. Bir an sevgili arkadaşı Nevazende
ve yuvası aklına geldi. Sessizce iç geçirdi."Ah!" diye inledi,"İnsanın
kendi yuvası gibi var mı?" Şimdi yuvasında olsaydı! Kendisini güvende
hissedecekti.
Bazende,
gurbete çıkmanın ilk pişmanlığını duyuyordu. Neden sonra fırtına dindi.
Sabaha doğru artık hava normale döndü. Güneş açtı. Tekrar zümrüt
güzellik ortaya çıktı. Çiçekler gülüşmeğe, böcekler ötüşmeğe başladı.
Kelebekler kesik, zarif danslarıyla zümrüt güzelliği süslediler. Kuşlar şarkılar söylemeye başladılar.
Bazende
sığındığı kovuktan çıktı. Kendisini müthiş yorgun hissediyordu.
Çaresiz, uçmalıydı. Tekrar havalandı. Öğleye dek uçtu Bazende. Yine
halsizleşmişti. Güneşte iyice yükselmişti. Bir de ne görsün. Aman
Allah'ım! Koskocaman bir şahin! Büyük bir iştahla üzerine doğru gelmiyor
mu? Şahinin heybetinden çok korktu Bazende. Neydi bu başına gelen.
Korkudan gözleri karardı. Başı dönmeğe başladı. Kulakları uğulduyordu.
Kanatlarında artık güç kalmamıştı.
Ölümün
yaklaştığını hissetti. Şahin hızla üzerine geliyordu. Bazende'nin
gözünün önüne yuvası ve arkadaşı geldi. Bu tehlikeyi de atlatırsa hemen
yuvasına dönecekti. Şaşılacak bir şey oldu bu sıra. Kocaman bir
tavşancıl kuşu ortaya çıktı. O da şahin gibi Bazende'yi gözüne
kestirmişti. Üzerine doğru geliyordu. Şahin'le tavşancıl avı paylaşmaya
yanaşmadılar anlaşılan ve birbirlerine düştüler. Aralarında amansız bir
dövüş başladı. Bazende kavgadan yararlanarak oradan uzaklaştı. Kuytu bir
yere sığındı. Korkudan tir tir titriyordu zavallı güvercin. Kalbi
duracakmış gibiydi. Sabaha dek orada sessizce bekledi Bazende. Sabahın
diri ışıklarıyla çıktı gizlendiği yerden. Tabiat cıvıl cıvıldı. Her şey
tatlı bir güzellik içindeydi.
"Oh! Çok şükür" diye mırıldandı,"yaşamak ne güzel şey!"
Dünkü
kararını unutmuştu. Hiçbir şey olmamış gibi yine havalandı. Yorgun
kanatlarını boşluğa bıraktı. Süzülmeye başladı. Uzak diyarlara doğru yol
almaya durdu. Uçtu. uçtu; günlerce uçtu. Yoruldu, dinlendi, tekrar
havalandı. Bir hayli acıkmıştı, yorulmuştu. Süzüldüğü yerde aşağı doğru
baktı. Yemyeşil bir bahçe gördü. Aşağıda güzel bir çimlik vardı. O da
ne! Kendisi gibi bir güvercin çimende tatlı tatlı yem yiyordu.
Yanına
doğru süzüldü onun. Çimliğe kondu. Konar konmaz taneleri yemeye
başladı. Sağına soluna bakmadan yemeye koyulduğu çimenlikte bir tuzak
vardı. Bazende bundan habersizdi. Sonunda “şak” diye kurulan tuzağa
düşmesin mi?
"Eyvah! bir tuzak galiba" diye bağırdı.
Çaresiz
çırpınmaya başladı. Yerdeki yemin oraya mahsustan konulduğunu anladı. O
güvercinde av çekmek için duruyordu orada. Anladı ama, iş işten
geçmişti. Yapılacak bir şey yoktu.
Güvercin yanına yaklaştı. Bazende, sitemli bir biçimde konuştu:
- Güvercin kardeş, sen de benim cinsimdensin. Burada bir tuzak olduğunu insan söylemez mi?
Güldü diğer güvercin:
-
Yapılacak hiç bir şey yok, dedi. Bizde bu hırs olduktan sonra. Bırak
bizim gibi zavallı kuşları, insanları bile tuzağa düşürür bu duygu.
İnsanların ilk atası Hazretî Adem'in de cennetten çıkarılması hep bu
hırs yüzünden değil mi?
Bazende, güvercinin sözlerine hak verdi. Fakat yapılacak bir şey yoktu. Kendisine ancak o yardım edebilirdi.
-
Haklısın, dedi güvercine. Fakat bu tuzaktan kurtulmam gerek, bana
yardım edebilir misin? Eğer bunu yaparsan ömrüm boyunca sana minnettar
kalırım.
Çağırtkan güvercin de çaresizdi:
- Ayağıma baksana, dedi.
Bazende, baktı ayağı bağlıydı.
- Görüyorsun, dedi çağırtkan güvercin, ben de bağlıyım.
Kendi isteğimle burada durmuyorum. Gücüm olsaydı, önce kendim kurtulurdum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder