Divan edebiyatından -8-

fuzuli

Ailesinin Oğuzların Bayat boyundan olduğu tahmin edilmektedir. Hem edebi alanda hem de islami ilimlerde iyi bir eğitim almıştır. Çalışmalarında Azerice, Arapça ve Farsça kelimelerin yanında sade bir Türkçeye de yer vermiş ve halk deyimlerinden istifade etmiştir. Aşk ve tasavvuf şairlerinin en büyüklerinden biri olarak kabul edilir.
***
Küfr-ü zülfün salalı rahneler imanımıza
Kâfir ağlar bizim ahval-i perişanımıza
Seni görmek müteazzir görünür böyle ki eşg
Sana baktıkça dolar dide-i giryanımıza
Cevri çoğ eyleme kim olmaya nâgeh tükene
Az edüp cevrü cefalar kıluben canımıza
Eksik olmaz gamımız bunca ki bizden gam alup
Her gelen gamlı gider şâd gelüp yanımıza
Gam-ı eyyâm Fuzuli bize bidad etti
Gelmişiz acz ile dad etmeğe sultanımıza
***
Kara zülüflerin imanımızda gedikler açalı, kafir bile ağlar bizim perişan halimize.
Ey sevgili, seni görmek imkansız görünüyor; sana baktıkça gözlerimize yine yaşlar dolmakta.
Cevri çok etme, zira belki ansızın bitiverir; cevri az yaparak canımıza cefalar et.
Her gelen bizden bunca gam alarak yanımızdan ayrılsa da yine de gamımız eksik olmamakta.
Ey Fuzuli, zamanın gamı bize zulmetti; aciz kalarak geldik imdat istemeye sultanımıza. 

Divan edebiyatından -7-

zati
Çok sayıda eser vermiş bir divan şairimizdir. Asıl adı konusunda çeşitli rivayetler bulunmaktadır. Bazılarına göre asıl ismi Satılmış olup, halk arasında Satı olarak anılırken şairin de buna uygun olarak Zâtî mahlasını seçtiğini öne sürmüşlerdir. Balıkesir’lidir. Sağlam bir medrese eğitimi görmemiş, fakat kendini yetiştirerek Farsçayı çok geliştirmiştir. II Beyazıt zamanında Hadım Ali Paşa tarafından korunmuş, sonradan şehzade kavgaları zamanında Ali Paşa öldürülünce maddi sıkıntıya düşmüştür. 
***
Bu bezm-i âlemârânın içinde câmlar güldür
Sürahi gonce vü avazesi feryad-ı bülbüldür
Benefşe al ele bağ-ı bahara ta’neder meclis
Şehâ zerrin kadeh nergis dühan-ı şem’ sümbüldür
Bu bir serv ü yalın yüzlü güzeldir şem’-i bezmârâ
Yanar par par sana karşu serinde dûdu kâküldür
Şehâ kevs-i kuzah çeng ü bu bezme zühre çengidir
Şua’-ı mihr ü meh nay ü felek def ay ü gün püldür
Bu meclis bir güzel rânâ teferrücgâhdır Zâtî
Sürahi çeşmesar olmuş ona ab-ı revan müldür
çeviri
Alemin süsü olan bu meclisin içinde kadehler güldür; sürahi konca, çıkardığı sesler bülbül feryadıdır.
Eline menekşe al, meclis bahar bahçesini hiçe sayıyor; sultanım, altın kadeh nergis, mumun dumanı sümbüldür.
Meclisi şenlendiren bu mum bir selvidir, açık yüzlü bir güzeldir; dumanı başınd kâkül olmuş, sana karşı par par yanıyor.
Sultanım, bu meclise ebemkuşağı saz, zühre oyuncudur; ayın günün ışığı ney, gökler tef, güneş ve ay puldur.
Ey Zâtî, bu meclis güzel bir gezme yeridir; sürahi çeşme olmuş, ona akar su da şaraptır.

Divan edebiyatından -6-

mihri-hatun
Asıl isminin Mihrünnisa veya Fahrünnisa olduğu tahmin edilmektedir. Bir kadı’nın kızı olup, iyi bir tahsil görmüş ve güzelliği ile nam salmıştır. Sade bir dille kaside ve gazeller yazmış, Sultan II. Beyazıd’ın Amasya valiliği zamanında kentte bulunan bilgin ve sanatkarların meclislerine katılmıştır. Mihrî Hatun divanı 1967 yılında Moskova’da basılmış, Türkiye baskısı ise 2007 yılında yapılmıştır. Mihrî Hatun, aşk temasını çekinmeden kullanmıştır.
***
Hâbdan açtım gözüm nagâh kaldırdım seri
Karşıma gördüm durur bir mah-çehre dilberi
Taliim sa’d oldu yahut kadre erdim galiba
Kim mahallem içre gördüm gice doğmuş Müşteri
Nur akar gördüm cemalinden egerçi zâhira
Kendisi benzer müselmana libası kâferi
Gözümü açıp yumunca oldu çeşmimden nihan
Şöyle teşhis eyledim kim ya melektir ya peri
Erdi çün âb-ı hayata Mihrî ölmez haşre dek
Gördü çün şeb zulmetinde ol ayan İskender’i
çeviri
Uykudan gözümü açtım, ansızın başımı kaldırdım, ay yüzlü bir güzelin karşımda durduğunu gördüm.
Talihim mesut oldu, yahut galiba Kadir Gecesi’nin saadetine kavuştum, çünkü mahallem içinde geceleyin Müşteri’nin (Jüpiter’in) doğduğunu gördüm.
Gerçi görünüşte yüzünden nur akıyordu ve kendisi müslümana benziyordu, fakat elbisesi kafir biçimli idi.
Gözümü yumup açıncaya kadar gözden kayboldu, o andaki görüşüme göre ya melekti ya peri.
Mihrî artık kıyamete kadar ölmez çünkü sonsuz hayata ulaştı, gece karanlıkları içinde o İskender’i açıkça gördü.


Divan edebiyatından -5-

zeynep-hatun
Amasya’da yaşamış bir kadı kızı olan Zeynep Hatun, şiirlerinde kendi döneminin kadınlarını eleştirir, onları aşağılık bir konumda görür. Belki hemcinsleri için iyi niyetlidir ama o dönemde kadınların erkeklerle eşit görülmesi henüz mümkün olamadığı için Zeynep Hatun, kadınları bir parça erkeğe benzemeye, onlar gibi bilge olmaya davet eder.
Keşfet nikabını yeri göğü münevver et
Bu âlem anasırı firdevs-i enver et

Depret lebini cüşe getir hacz-i kevseri
Anber saçını çöz bu cinanı muattar et
Hattın berat verdi saba yeline dedi
Tez er Hatay’a Çin’i tamam et müseehhar et
Yâra yolunda âşk ile derdinden ölenin
Kim der sana ki hecr ile cânın mükedder et
Zeynep çü dost zülfü gibi tarümarsın
Divane olma şiirini divan ü defter et
Yüzünün örtüsünü aç, yeri göğü aydınlat
Bu maddeler alemini nurlu cennete çevir
Dudaklarını kımıldatarak Kevser Havuzru’nu coştur
Amber gibi saçını çöz bu cihanı kokularla doldur
Şakağındaki zülüfler melteme ferman yazıp dedi
Çabuk git, Hatay ve Çin diyarlarını zaptet
Ey sevgili, yolunda dert ile aşkından ölenin
Ayrılıkla ruhunu üz, diye sana kim söyler
Zeynep, sevgilinin saçları gibi darmadağınsın
Divane olma, şiirlerini defter ve divan et

Divan edebiyatından -4-

necati
Hayatı hakkında fazla bilgi bulunmayan Necâtî’nin gerçek isminin İsa veya Nuh olduğu tahmin edilmektedir. Kendi kendini yetiştirmiş, zekası ile dikkati çekerek sarayda görevler de almıştır. Divan edebiyatını fazlası ile etkileyen İran tarzindan uzak durmuş, daha sade bir dile yönelmiş, ayrıca eserlerinde atasözlerine yer vermiştir
***
Gamzen çalışır, lâhzada kan eylemek ister
Busen duruşur, anı yalan eylemek ister
Her âdemi bir busede bin yıl yaşatırlar
Sakîlerimiz tayy-ı zaman eylemek ister
Canane gelir meclise, gelmez değil, amma
Kendisini can gibi nihan eylemek ister
Ben kasdederim saklamağa aşkını, lâkin
Gönlüm dolarak ah ü figan eylemek ister
Elvermiş iken ayağına baş ko Necâtî
Ol şuh-u cihan servi revan eylemek ister
çeviri:
Gamzen çalışır, ânında her yer kan olur.
Ancak öpüşün (durumu düzeltir) onu yalancı çıkarmak ister.
Her insanı bir öpücükle bin yıl yaşatırlar
Sakilerimiz zamanı aşmak ister
Sevgili toplantıya gelmez değil, gelir ama
Kendisini bir ruh gibi gizlemek ister
Ben onun aşkını saklamaya niyet ederim
Fakat gönlüm dolarak ah vah etmek ister
Ey Necâtî fırsat gelmişken ayağına baş koy
O cihan şuhu selvi boyuyla yürümek ister
——————————-
Sn Kenan Kilimci’ye bu şiirin ilk beyitinin çevirisinde yardımcı olduğu için teşekkür ederim. 

Divan edebiyatından -3-

nefi
Kaside türünün büyük ustası olan Nef’i, öğrenimini bitirdikten sonra İstanbul’da devlet hizmetine girmiş, Sultan II. Osman ve IV. Murad dönemlerinde büyük üne kavuşmuştur. Keskin hicivleri ve sivri dili ile devlet büyüklerinin öfkesini çeken Nef’i, kendisini himayesine alan IV. Murad’ın ricasına rağmen devlet erkanını eleştirmeye devam etmiş, 1635 yılında sarayın odunluğunda boğdurulmuştur.
Aşağıdaki kasidede, geleneksel kaside sanatının tüm inceliklerini bulabilmek mümkündür. 1-16 beyitlerde şair bir bahar mevsimi, zevk ve sefa tasviri yaparak şiir gücünü sergiler; 17. beyit ile ana konuya, yani övülecek kişiye geçilir. 32. beyte kadar sultanın övgüsü yapıldıktan sonra, son 7 beyitte şair kendini de över ve dua ile kaside bitirilir.
KASİDE – SULTAN DÖRDÜNCÜ MURAD’A
Esti nesim-i nevbahar açıldı güller subhdem
Açsın bizim de gönlümüz saki medet sun cam-ı Cem
(İlkbahar meltemi esti, sabahleyin güller açıldı. Ey saki, medet ! Cemşid kadehi sun, bizim gönlümüzü de o açsın.)
Erdi yine ürdibehişt oldu hava ambersirişt
Âlem behişt ender behişt her kûşe bir Bağ-ı İrem
(Gene Nisan ayı geldi, hava amber tabiatlı oldu. Alem cennet içinde cennet, her köşe bir İrem Bahçesi …)
Gül devri ayş eyyamıdır zevk ü sefa hengâmıdır
Âşıkların bayramıdır bu mevsim-i ferhundedem
(Gül devri yiyip içme günleridir, zevk ve sefa zamanıdır. Bu, nefesi uğurlu mevsim âşıkların bayramıdır.)
Dönsün yine peymaneler olsun tehi humhaneler
Raks eylesin mestaneler mutripler ettikçe negam
(Gene kadehler dönüp dolaşsın, şarap mahzenleri boşalsın. Çalgıcılar saz çalıp şarkı söyledikçe mest olanlar oynasın.)
Bu demde kim şam ü seher meyhane bağa reşk eder
Mest olsa dilber sevse ger mâzurdur Şeyh-ül-Harem
(Sabah akşam meyhanenin bahçeye imrendiği bu zamanda, Kabe Şeyhi bile sarhoş olsa, güzel sevse, mazurdur.)
Ya n’eylesin biçareler alüfteler avareler
Sağar suna mehpareler nuş etmemek olur sitem
(Ya zavallı alışmışlar, avareler ne yapsın. Ay parçaları kadeh sunuyor, içmemek sitem olur.)
Yâr ola cam-ı Cem ola böyle dem-i hurrem ola
Ârif odur bu dem ola ayş ü tareple muğtenem
(Sevgili, Cemşid kadehi ve böyle mesut bir zaman olunca, arif kişi odur ki bu zamanda içip ahenk içinde olur.)
Zevki o rint eyler tamam kim tuta mest ü şadigâm
Bir elde cam-ı lâlefam bir elde zülf-ü hambeham
(Zevki o rint tam tadar ki mest olmuş bir şekilde, bir eline lale renkli kadeh alır, bir eliyle de kıvrım kıvrım zülüf tutar.)
Lûtf eyle saki nazı ko mey sun ki kalmaz böyle bu
Dolsun sürahi vü sebu boş durmasın peymane hem
(Saki lutfet, nazı bırak, şarap sun ki bu böyle kalmaz. Sürahi ve testi dolsun, kadeh de boş durmasın.)
Her nevreside şah-ı gül aldı eline cam-ı mül
Lûtf et açıl sen dahi gül ey servkadd ü goncefem
(Her yeni yetişmiş gül dalı eline şarap kadehi aldı, lutfet, sen de açıl, gül, ey selvi boylu ve gonca ağızlı !)
Bu dürd ü bu safi deme dönsün piyale gam yeme
Kanun-u devr-i daime uy sen de mey sun dembedem
(Bu tortulu, bu saf deme, kadeh dönsün, gam yeme, ebedi dönüş kanununa sen de uy, boyuna şarap sun.)
Meydir mehâkk-i âşıkan aşub-u dil âram-ı can
Sermaye-i pir-i mugan piraye-i bezm-i sanem
(Şarap aşıkların mehenk taşıdır, gönlün heyecanı ve ruhun rahatıdır; meyhaneciler pirinin sermayesi, güzeller meclisinin süsüdür.)
Mey âkili irşat eder âşıkları dilşat eder
Seyle verir berbat eder dillerde koymaz gerd-i gam
(Şarap, akıllıyı uyarır, aşıkların gönlünü şad eder, sele verir, yele verir, gönüllerde gam tozu bırakmaz.)
Mey ateş-i seyyaledir mina kadehle lâledir
Ya gonce-i pürjaledir açmış nesim-i subhdem
(Şarap akan bir ateştir, kadehle sürahi laledir, sabah melteminin açtığı çiy dolu bir goncadır.)
Saki medet mey sun bize cam-ı Cem ü Key sun bize
Rıtl-ı peyapey sun bize gitsin gönüllerden elem
(Saki, medet, şarap sun bize, Cemşid ve Key Husrev kadehi sun bize. Ardı ardına koca bardak sun bize, gönüllerden keder gitsin.)
Biz âşık-ı azadeyiz amma esir-i badeyiz
Alüfteyiz dildadeyiz bizden diriğ etme kerem
(Biz hür aşıklarız ama şarabın esiriyiz. Alışkınız, gönül vermişiz, bizden lütuf esirgeme.)
Bir cam sun Allah için bir kase de ol mah için
Ta meth-i Şahenşah için alam ele levh u kalem
(Bir kadeh sun Allah için, bir kase de o ay için; ta ki padişahlar padişahını övmek üzere elime kalem kağıt alayım.)
Ol afitab-ı saltanat ol şehsüvar-ı memleket
Cem-bezm ü Hatem-mekremet memduh-u esnaf-ı ümem
(O saltanat güneşi, o büyük memleket süvarisi, Cemşid meclisli, Hatem gibi cömert, her sınıf insanların övdüğü …)
Eblaksüvar-ı ruzigâr aşub-u Rum ü Zengibar
Leşkerşikâr-ı kâmkâr Behram-ı Efridun-alem
(Devrin rüzgâr gibi at binicisi, Rum ve Zengibar ülkelerinin afeti, ordular avlıyan sefa sürücü, Feridun sancaklı Behram)
Piraye-i mülk ü milel sermaye-i din ü düvel
K’olmuş nasibi ta ezel tac-ı Feridun taht-ı Cem
(Memleketin ve milletin süsü, dinin ve devletlerin sermayesi, ki ta ezelde nasibi Feridun’un tacı ve Cemşid’in tahtı olmuş.)
Hakan-ı Osmani-nesep kim münderiç zatında hep
İslâm-ı Faruk-u Arap ikbal-i Perviz-i Acem
(Osmanlı soyunun hakanı ki kendisinde hep Arabın Ömer’inin müslümanlığı, acemin Perviz’inin devleti toplanmış.)
Sultan Murad-ı kâmran efserdih ü kişversitan
Hem padişah hem kahraman sahipkıran-ı Cem-haşem
(Sefa süren Sultan Murad, ülkeler alan, taçlar veren, hem padişah hem kahraman, Cemşid haşmetli kutlu hükümdar.)
Şahenşeh-i ferhundebaht ârayiş-i dihim ü taht
Bahtı kavi ikbali saht İskender-i Yusüf-şiyem
(Bahtı uğurlu büyük padişah, tacın tahtın süsü, talihi kuvvetli, devleti sağlam, Yusuf tabiatlı İskender.)
Şah-ı cihanâra mıdır mah-ı zeminpira mıdır
Behram-ı biperva mıdır ya afitab-ı pürkerem
(Cihanı süsleyen hükümdar mıdır, dünyayı bezeyen ay mıdır, pervasız Behram mıdır, yoksa lütuf ve iyilik dolu güneş midir ?)
Şahanemeşrap Cem gibi sahipkıran Rüstem gibi
Hem Isi-i Meryem gibi ehl-i dil ü ferhundedem
(Cemşid gibi şahane meşrepli, Rüstem gibi kutlu kahraman, hem de Meryem oğlu İsa gibi gönül adamı, mübarek nefesli.)
Dünya vü mafiha nedir cennet olursa ya nedir
Lûtfeylemek zira nedir yanında bir nakd ü selem
(Dünya ve dünya malı nedir, hatta cennet olsa nedir, zira lutfetmek de ne: O’nun için altın bir şey mi !)
Cümle hünerden banasip sırr-ı acep sun’-u garip
Mecliste şuh u dilferip cenk edicek şir-i ücem
(Bütün hünerlerden nasipli; acaip sır, garip sanat: Mecliste şuh ve gönül kapıcı, cenk edince kükremiş aslan.)
Gâhi ki ol şir-i yele hışm ile tiğ alır ele
Olur cihan pürzelzele bastıkça meydna kadem
(O kağan aslan kızgınlıkla eline kılıcı bir aldı mı, meydana ayak bastıkça, cihan zelzele ile dolar.)
Ol dem ki kasd-ı cenk eder sahraları gülrenk eder
Dünyayı hasma tenk eder olursa Sam ü Güstehem
(Savaşa giriştiği zaman ovaları gül rengi eder. Sam ve Güstehem bile olsa dünyayı düşmana dar eder.)
Sürdükçe hasma yektene bakmaz silah ü cevşene
Yer kalmaz asla düşmene illâ beyaban-ı adem
(Tek başına düşmana at sürüp saldırdıkça silaha zırha bakmaz. Düşmana asla yer kalmaz; yokluk çölünden başka …)
Ey husrev-i âlinijat vey daver-i pâkitikat
Ey şah-ı sahip-adl ü dat ey padişah-ı muhterem
(Ey yüksek yaratılışlı hakan, ey temiz inanışlı hükümdar, ey adalet ve yardım sahibi şah, ey muhterem padişah !)
Sen bir şeh-i zişansın şahenşeh-i devransın
Yani ki sen hakansın devrinde ben Hakani’yem
(Sen şanlı bir padişahsın, zamanın padişahlar padişahısın. Yani sen hakansın, bense devrinde hakana tabi olanım.)
Ben gerçi bir bihasılım şakird-i ders-i müşkilim
Hemmekteb-i ehl-i dilim halkolmadan levh u kalem
(Ben gerçi malsız mülksüz bir adamım, fakat çetin bir dersin talebesiyim. Kader levhası ve kalemi yaratılmadan önce varolan gönül insanları ile aynı mektepdenim.)
Sözde nazîr olmaz bana ger olsa âlem bir yana
Pürtumturak-ı hoşeda ne Hafız’ım ne Muhteşem
(Şiir yazmada bana kimse eş olamaz, tumturak dolu, hoş edalıyım; ne Hafız’ım ne de Muhteşem.)
Hakanıyım ben Muhteşem yanımda serheng-i haşem
Hafız olur lebbestedem hamem edince zir ü bem
(Ben İran şairi Muhteşem’in hakanıyım ki yanımda saray çavuşudur. Kalemim şiir sazı üzerinde mızrap gibi harekete gelince Hafız’ın soluğu kesilir, dili tutulur.)
Nef’i yeter davayı ko dünya ile kavgayı ko
Eflâke istiğnayı ko hâke yüzün sür lâcerem
(Nef’i, yeter, iddiayı bırak, dünya ile kavgadan vazgeç, göklere karşı zenginlik göstermeyi terket, ister istemez yüzünü yere sür.)
Kaldır elin eyle dua buldu kasiden intiha
Şimdi dua etmek sana hem müstahiptir hem ehem
(Elini kaldır, dua et, kasiden sona erdi. Şimdi dua etmek senin için hem sevaplıdır hem de mühimdir.)
Nice kaside bir kitap mecmua-i pür intihap
Her nüktesi faslülhitap her beyti bir genc-i hikem
(Nice kaside bir kitaptır, secmelerle dolu bir mecmua; her nüktesi bir söz incisi, her beyti bir hikmet hazinesi.)
Ta kim cihan mâmur ola geh emn ü geh pürşur ola
İkbâl ile mesrur ola ol husrev-i valâhimem
(Kah emniyet, kah karışıklık içinde olan bu dünya var oldukça, o yüksek himmetli padişah devlet ve saadet içinde yaşasın.)

Divan edebiyatından -2-

cem-sultan
Maceralı bir hayatı olan Cem Sultan şiire olan düşkünlüğü ve kabiliyetiyle de tanınıyordu. Biri Farsça ve biri Türkçe iki divanı bulunur. Divanı, mesnevisi ve diğer şiirleri hüzünlü bir hava ile yüklüdür.
***
Taşlarla döğünüp yürür âb-ı revanı gör
Rahm eyledi bu halime kevn ü mekânı gör
Dağlar başında ebr-i felek ağlayıp gider
Yanınca ra’din ettiği ah ü figanı gör
Çâk eyledi yakasını derd ile subhgâh
Çarhın şafak yerine ya döktüğü kanı gör
Deryalar acıyıp göğe boyadı camesin
Toprak döşendi ruy-ü zemin ü zamanı gör
Ey kimsesiz soran beri gel hisse-i gam al
Sen dahi bir nedir feleğin armağanı gör
İslâm içinde naz ü naimi götürmiyen
Küffar içinde cebr ile şimdi duranı gör

çeviri

Taşlarla dövünüp ilerleyen akar suyu gör
Benim şu halime acıyan tabiatı gör
Dağlar başında göğün bulutu ağlayıp giderken
Yanı başında gök gürültüsünün feryadını gör
Sabah vakti dert ile yakasını yırttı
Feleğin şafak yerine döktüğü şu kanı gör
Denizler acıyıp elbisesini gök rengine boyadı
Yeryüzünün toprak gibi zamanı döşenmesini gör
Ey kimsesiz soran, beri gel, gam hissesi al
Sen de feleğin armağanı nedir bir gör
İslâm içindeki naz ve nimetleri beğenmez iken
Şimdi kafirler içinde zorla tutulanı gör

Divan edebiyatından -1-

ahmed-pasa
Ahmed Paşa (1426-1497) Sultan II Mehmed ve Sultan II Beyazıd dönemlerinde yüksek görevler üstlenmiş bir ulema sınıfı mensubu ve tanınmış bir Divan Edebiyatı şairidir. Gazel, kaside, şarkı, murabba türlerinde başarılı eserler vermiştir. 
Gazel
Gül istedim diken oldu yerim ne çare kılam
Meğer libas-i hayatımı pare pare kılam
N’olaydı sihr bileydim ki hicre doymak için
Yüreğimi yüreğin gibi seng-i hare kılam
Eğer sitareye hükm olsa vaslın ey mehru
Yaşımla ruz ü şeb âfâkı pür sitare kılam
Dedim ki yâre kulum dedi bu sözü diyenin
Kesem kalem gibi başın dilin de pare kılam
Dedim teveccüh edip öldür Ahmed’i dedi
Bu kâr-ı hayre ne lâzım ki istihare kılam
***
çeviri:
Gül istedim, yerim diken oldu, ne yapayım
Artık hayat elbisemi parça parça kılayım
Ayrılığa dayanabilmek için keşke sihir bilseydim
Bari yüreğimi seninki gibi mermerden yapayım
Ey ay yüzlü, eğer sana kavuşmak yıldızlar ile olsa
Ağlayarak ufukları gözyaşımın yıldızlarıyla doldurayım
Sevgiliye senin kulunum dedim, bunu söyleyenin dedi
Başını kalem gibi kesip dilini parça parça doğrayayım
Dedim, lütfederek öldür Ahmed’i, dedi ki
Böyle hayırlı bir iş için neden tereddütte kalayım

https://dusenmelek.wordpress.com/category/divan-siirinden-secmeler/